Home Yazarlar Hasan Köse - Yazar Sosyalist İdealler ve Pratik Gerçeklik

Sosyalist İdealler ve Pratik Gerçeklik

 Sosyalizm teoride, ekonomik ve siyasi gücün üretici emek lehine değişmesini öngörmüş ancak seçkin bürokratik bir gurubun elinde yoğunlaşmasına neden olmuştur. Mülkün, servetin ve siyasi gücün temerküzüne neden olmuş; toplum adına yola çıkmış ancak devleti toplum üzerinde kontrol edilemez bir aygıt haline getirmiştir.

Bu statü siyasileri ve yüksek bürokratların ideolojik yaklaşımlarını mühendislik bir stratejiyle kamu gücünü kullanarak kültür, din ve ahlak sistemlerine karşı zoraki bir aydınlanma çağı hidayetçiliğini/pozitivizm dayatmaya sevk etmiştir. Egemen oldukları bütün toplumlarda zorbalıkla yalnız doğayı değil, doğal ve insani bütün sosyal ve kültürel dokuları da tahrip etmişlerdir.

Özetle; “Eşit(!) olacaksınız ama benim dediğim gibi, özgür (!) olacaksınız ama benim çizdiğim sınırlarda ve zamanda” Din, kültür, dil ve ahlak sistemlerine ağır baskılar devam ederken özgürlük ve eşitlikten söz edilmeye devam edilmiştir.

Ulusal sermaye bürokratik elit’in kontrolünde bir azınlık topluluğun eline verilmiştir. Yeterli ve güvenli gelir ancak onlara mahsus kalmıştır.

Toplumcu sistem ekonomik özgürlüğü ve bireyselciliği yok saymaktadır. Toplum ihtiyaçlar düzeyinde eşitlemeye çalışılmış, sermayenin devlet kontrolünde bir zümrenin elinde temerküzünü sağlanmıştır. Böylece sınıfsız toplum ideali bürokratik imtiyazlar ve devlet kontrolünde sermayedarların ortaya çıkmasıyla paradoksal bir şekilde imkânsızlaşmıştır.

Birey ve toplum için ilerlemenin ve refahın tek yolu devlete yakınlık ve ideolojik teslimiyettir. Bu durum bireysel özelliklerin ve düşünsel gelişimlerin zenginliğinin toplumsal hâsılaya yansımasına engel olmuştur.

Maddi ideoloji ve sistem tüm vatandaşların gelir güvenliğini ve iyi yaşamalarını sağlamayı hedeflemiş, genele ihtiyaçlar düzeyinde olurken, bürokratik elit için yüksek yaşam standardı düzeyinde gerçekleşmiştir.

Emeği; zenginliğin kaynağı ekonomik değer yaratan tek faktör olarak gören sistem, emekçinin ürettiği değerin temel ihtiyaçlarının üstündeki kısmına el koymuştur.  Hak ve eşitlik prensibini üretim değerinin paylaşım aşamalarına uygulamamıştır. Ancak bürokratik devlet elit’i hem bireysel harcamalarda hem de kontrol ettikleri servetlerde kapitalist sermayedarları aratmamışlardır.

Marks’tan ve Keynes’ten yola çıkan ideoloji devletçi kapitalizm’e park etmiştir. Emek merkezli bir sistem olma idealine yaklaşılamamıştır. Toplumda gelir dağılımını eşitleme hedefine en alt ve üst seviyelerde çifte standartlı olarak ulaşılmıştır denilebilir.

Verimlilik kolektif adalet için göz ardı edilmiş, herkes için iş imkânı sağlanmış ancak ücret, temel ihtiyaçlar sınırını aşamamıştır. Refah toplumla paylaşılmamıştır. Sermaye tekelciliği engellenmiş ancak devlet tekelciliğinin ataletine düşülmüştür.

Devlet iş bulmuş, herkes çalışmış ve ücreti devlet belirlemiştir. Bu gün Türkiye uzun yıllar model aldığı devletçi ekonominin çoğu uygulamasını terk etmişken bir tek bundan vazgeçememektedir. Çünkü bu hem sermayenin, hem de hükümetlerin işine gelmektedir.

Siyasi elit tüm mülkü elinde tutmuş, üretim araçlarını kontrol etmiş, özel mülkiyeti ortadan kaldırmış veya kısıtlamıştır. Gelir dağıtıcı tamamen devlettir.

Fiyatlar, ücretler ve krediler tamamen hükümet tarafından kontrol edilmiş ve yönlendirilmiştir. Bu durum yatırımların rasyonalizasyonunu ve rantabilitesini düşürmüş ve kamu kaynaklarının toplum lehine büyütmek yerine kamuyu topluma yük haline getirmiştir. Emeğin yoksunluğunun kronikleşmesine neden olmuştur.

Tüm tasarruflar devletin gelecekteki mülkiyetini finanse etmek için kullanılmıştır.

Teknolojinin sorumluluğu olmayan yönetici bir elit grup tarafından kontrol edilmesi de yaşama uygulanma zenginliğini engellemiştir.

Muhtaç insanlar için sosyal güvenlik ağı vardır, damla misali maaş ve sosyal düzey tamamen devlet tarafından belirlenmiş, gelir zorunluluklar düzeyinde devlet tarafından dağıtılmıştır.

Ekonomik verimsizlik büyük finans ve sürdürülebilir çevresel teknoloji yetersizliğine sebep olmuş, ekonomik güçsüzlük, kalkınma sürecinde çevrenin kurban edilmesine neden olmuştur.

Eğitimin amacı, insanlara kestirmeden iş bulmak için eğitmektir. Genel eğitim ve genel sağlık hizmetleri hiçbir kapitalist ülkenin ulaşamadığı oranlarda ve kalitede ve yaygınlıkta çözülmüştür.

Sayın Başkaya gibi yeni arayışları merakla takip ediyoruz.

Not: Bu yazıyı büyük oranda http://www.cesj.org/index.html (Center For Economik And Social Justce) adlı sitedeki çalışmalardan yararlanarak oluşurdum.

HENÜZ YORUM YOK

YORUM GÖNDER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Exit mobile version