Home Yazarlar Kamil Bayraktar - Yazar Kore’de Müslüman Türk Farkı

Kore’de Müslüman Türk Farkı

 Geyikli’nin Kore gazilerinden Hacı Muhammed Gören, Türk askerinin Kore’de gösterdiği kahramanlıklardan birini şöyle anlatıyor: Orada bizim tugayın üstünde bir tepe vardı. Üstüne top mermisi yağması yüzünden 15 m alçalmıştı. O tepeyi bilmem kaç defa Türkler almışlar Amerikalılara teslim etmişler. Amerikalılar koruyamamışlar. Sonra bizim tugayı o tepenin dibine dikmişler. ‘Burası Türklere hastır’ diye Türk tugayına teslim etmişler. Tepeye de Türk bayrağını asmışlar…

Çok iyi bir taş ustası olan Hacı Muhammed amca, ormanlık, kayalık, taşlık, engebeli bir mevkide bulunan arazisini öyle bir imarlı hale getirmiş, getirirken de ancak vinçlerle kaldırılması mümkün koca koca taşlardan hem de tek başına öyle duvarlar örmüş ki görenler hayret ediyor.


– 1934 doğumlu olup halen hayatta bulunan Köralû (Köralioğlu) Hacı Muhammed Gören amcayı galiba ilk defa şu andaki köydeki evimizin taşını mezarlık önü mevkiinde sökerken gördüğümü hatırlıyorum. Öyle hatırladığımı zannettiğim, tahmin ettiğim Hacı Muhammed amca hakkında hatırladığım bir başka şey de özellikle biraz dışa dönük, haşarı yapılı kardeşim Mehmet’e, İran’da İslam devriminin gerçekleştiği yıllarda “seni bir tanker benzine Humeyni’yi vereceğim” diye takılması idi. Çünkü Hacı Muhammed amcanın bir kompresörü vardı, bu kompresör o zaman köy statüsünde olan Geyikli’ye getirilen ilk kompresördü, taş sökme işinde kullanılıyordu, petrol ürünü benzin ya da mazot ile çalışıyordu. Dolayısıyla da Hacı Muhammed amcanın benzine-mazota ihtiyacı vardı ve o böyle bir latife yapıyordu.


“Ben Fatih’in torunuyum” şuuru

Çok iyi bir taş ustası olan Hacı Muhammed amca, bilenlerin bildiği gibi ormanlık, kayalık, taşlık, engebeli bir mevkide bulunan arazisini öyle bir imarlı hale getirmiş, getirirken de ancak vinçlerle kaldırılması mümkün koca koca taşlardan hem de tek başına öyle duvarlar örmüştü ki görenler hayret eder, “bu duvarları insanın hem de tek başına yapması asla mümkün değil” tespitinde bulunmaktan, “bu işte bir şey var” demekten kendini alamazdı. Hacı Muhammed amca da bu tür değerlendirmelere, hayretler içinde “bu işi nasıl yaptın? Bu işin altından nasıl kalktın?” diyenlere, en son kendisi ile görüştüğümüz 2006 Mayıs’ında olduğu gibi “Fatih Sultan Mehmet Han gemileri nasıl karadan yürüttü?” sorusuyla bir tarihî gerçeği hatırlatır, göğsünü göstererek, gözleri ışıldayarak, yüzüne çok farklı bir mutluluk ışığı vurarak “Ben de Fatih’in torunuyum” hatırlatmasında bulunurdu. 
Daha sonraları Türkiye’nin gündemine bir başka konu ile girdi Hacı Muhammed Gören amca. Takriben 25 yıl önce oğlu Osman ve yeğeni Zeynel’e ve bir de Trafik memurlarına kızdığı için tam yol kenarına yaptığı bir taş garaja hapsettiği, mahpusluğunun da hâlâ sürmekte bulunduğu, kendisi ölünceye kadar da bu mahpusluğun süreceğini belirttiği bir kamyonet dolayısıyla gazetelere, televizyonlara haber konusu oldu. Ve onun araziyi imar ve taş ustalığındaki mahareti bu vesile ile bir kez daha gündeme geldi. Tabii ikamet ettiği evindeki kendi eseri “ taş kemer” de, bir yanlış davranış eseri olarak üstü boya-badana yapılmış “taş kemer” de gündeme girme payından nasibini aldı.

Toprağıyla et-tırnak gibi

“Geyikli’de Unutulmayanlar” adlı bir görüntülü belgeseli Geyiklililere, Geyikli’nin bugünü ve geleceğine armağan eden eğitimci-yazar, Geyikli web sitesinin de genel yayın yönetmeni Hakkı Bayraktar ile Hacı Muhammed amcayı bu özellikleri ile kayıt altına almak için 2005 Temmuz’unda ziyarete gitmiş ve fakat evinde bulamamıştık. 2006’nın Nisan ayında, Lügütlü Mahallesinde İstiklal Harbine, seferberliğe, Yemen’e vs. gitmiş, gidip de dönememiş, dönmek kendisine nasip olmuşları araştırırken Efendû Hasan Diner amca ile birlikte Hacı Muhammed Gören amcanın da Kore savaşına giden isimlerden olduğu bilgisini alınca, Hacı Muhammed amca ile görüşmek, onu kayıt altına almak tabii ki daha bir önem arz etti. Bir görev olarak kendini gösterdi. Ve bu kez güneşli bir Mayıs (2006) günü, kendisi ile görüşmek, konuşmak, özellikle de hayatındaki Kore kesitini dinlemek, kayda geçirmek nasip oldu. Sonradan aldığımız bilgiye göre kendisine özel tarlada, önce toplu ekip de kazmak yerine kazmanın önüne taneleri tek tek atma şeklinde özel bir metodla mısır tohumunu eker-kazarken bulduğumuz, Anadolu’nun çilekeş insanının vatan bildiği, atalarının kendisine, nesline vatan kıldığı toprağı nasıl işlediğine, o toprakla nasıl et-tırnak misali ünsiyet peydah ettiğine de tanık olduğumuz bu görüşmemizde Hacı Muhammed amca ile Geyikli’ye mikro Türkiye özelliği kazandıran taşlardan biri olan Kore’deki askerliği hususunu görüştük, konuştuk. Sorduğumuz sorulara verdiği cevaplarla birlikte aşağıdaki tablo ortaya çıktı:

Dağlar hallaç pamuğu gibi atılmıştı

– Muhammet amca siz Kore’de kaç sene askerlik yaptınız?
HACI MUHAMMET GÖREN- Bir sene.
– Buradan giderken size nereye, niçin gittiğinizi anlattılar mı?
GÖREN-
 “Kore’ye gidiyorsunuz. Harba gidiyorsunuz” dediler. Zaten biz bilmiyor muyuz? Orada zaten harb oldu. O dağlar hallaç pamuğu gibi olmuştu. Görsen ağlarsın. Mermi vurmamış bir yer kalmamıştı. Her taraf silah, cephane doluydu. Ne ararsan bulurdun. 
– Siz hangi yere gitmiştiniz?
GÖREN-
 Biz Hinçon’a gittik. Vapurdan indiğimiz yer Hinçon idi. Oradan trenle siperlerimize gittik. Kunuri nehri bize uzaktı. Orayı görmedik. Amerikalı askerleri gördük. Onları bırak. Onlar çok karıcı, ırz düşmanı idiler. Soyup bıraktılar oraları. Orada adam var, ekmeği koltuğunun altına kıstırıyor, gidiyorlar, isteklerini yerine getiriyorlardı. Koreliler açtı yahu aç. Coysanlar açtı. Karınlarını gösteriyorlardı. Ekmeği koltuğunun altına kıstırıp köylere doğru gidip de onlara musallat olan edepsizler vardı.
– Orada ne yaptınız?
GÖREN-
 Bol bol gece eğitimi yaptık. Savaşmaya hazırlık yaptık.
– Düşman kim idi o zaman?
GÖREN-
 Kuzey Çin idi. Gece oldu muydu bir ışık atıyorlar, dünya ışıyor. Gece eğitim yapıyorlar. Manevra yapıyorlar. Hiç çadırda yatma yoktu.
– Orada size herhangi bir maaş verdiler mi? 
GÖREN-
 Maaşlı idik. Ayda 5 dolardı maaşımız. 
– Kılık kıyafetiniz nasıldı?
GÖREN-
 Birinci sınıftı. Yiyeceğimizi BM gönderirdi. Ayakkabılar boyalı, elbiseler ütülü idi.


Koreliler gördüğünü bir daha unutmazdı

– Eğitimin, görevin dışında Kore’yi gezme imkanınız oluyor muydu?
GÖREN
– İzin alıp askerler çok yere gezmeye giderlerdi. İzin sırası bana gelene kadar zaten askerlik bitti. 
– Güney Koreliler size nasıl davranırlardı?
GÖREN-
 Onlar hep fakirdiler. Harpte hep fakirleşmişlerdi. Orada bir fabrika gördüm. İçini bir saatte gezdim. Düşmanlar hep fabrikayı yıkmışlar, delik deşik etmişlerdi. Orada küçük çocuklara coysan, büyüklere boysan derlerdi. Onlar öyle insanlar ki seni bir kere görmesinler, hiç unutmazlar, nerede olsa tanırlardı. Bir tane asker bir ormanın kenarında, bir kadının yanındaki coysanı öldürmüş. Kadının da parasını mı ne almış. Kadın geldi. Bütün bölükleri tugaya taşıdılar. Kadın onların arasından askeri tanıdı. Kasaturasında kan vardı. O askeri hemen astılar. 
– Şimdi yine asker olsan, seni Kore’ye gönderseler gider misin?
GÖREN-
 Giderim. 
– Peki, Kore, Türkiye’den takriben 15-16 bin km uzakta. “Benim burada ne işim var?” demedin mi? Demez misin? 
GÖREN-
 Öyle iş mi olur? Vazife vazifedir. Askerlik bu yahu! Devlet nereye gönderirse gideceksin. Gönderdi mi “gitmeyeceğim” mi diyeceksin? Nerede olursa yapacaksın. Ha şimdi şu PKK meselesine bakıyorum. Burada heyecanlanıyorum. Askerlikte bir heyecan var.
– Peki askerler arasında “bizim ne işimiz vardı?” burada diyenler oluyor muydu?
GÖREN
– Bizim bir binbaşı vardı. Harp emri geldiğinde, “Oyyy! Ne işimiz var burada? Bunların kanı beş kuruş etmez. Burada pisi pisine kırılacağız” dedi. Feryad ediyordu. Bunu da duydum. Vardı. Olmaz mı?


Bizim memleket gibisi yok

– Bizim buralardan Kore’ye daha kimler gitti?
GÖREN-
 Efendû Hasan var idi. Dorukkeriş’den Sülükoğlu Hasan var idi. Bir de Doğancı’dan var idi. Bir de Gökçeköy’den, Çolakoğlu kırıkçının oğlu vardı.
– Orada birbirinizi görebiliyor muydunuz?
GÖREN-
 Haftadan haftaya izine çıkardık, görürdük. 
– Orada, “Ah memleket, ah memleket” diye hiç iç geçirdiğiniz oldu mu?
GÖREN-
 Şimdi öyle bir şey ki memleketten bölüğe bir mektup geliyor değil mi? Mesela bölüğe bir adet mektup geliyor. Senin olsun olmasın, hep birden toplanıp o mektubu dinlerdik, koklardık. Bazen mektupların içine bir çiçek veya yaprak koyarlardı. “Ey Yarabbi! Memleketin bu çiçeği, yaprağı ne güzel kokuyor” derdik. Heyecanlanırdık. Bizim memleket gibisi yok. Mektuptan memleket kokusunu alıyorduk. Var mıydı memleket, yok muydu? Ondan anlıyorduk.


Amerikalılar sanki tatildeydiler

– Kore’de Türk askeri öyle bir isim yaptı ki hâlâ yeri geldikçe konuşuluyor. Diğer ülkelerin askerleri yan gelip yattı da savaşmak Türk askerine mi kaldı Kore’de yoksa? 
GÖREN-
 Sana bir şey söyleyeyim de dinle! Orada bizim tugayın üstünde bir tepe vardı. Üstüne top mermisi yağması yüzünden 15 m alçalmıştı. O tepeyi bilmem kaç defa Türkler almışlar Amerikalılara teslim etmişler. Amerikalılar koruyamamışlar. Sonra bizim tugayı o tepenin dibine dikmişler. ‘Burası Türklere hastır’ diye Türk tugayına teslim etmişler. Türk bayrağını astılar tepeye. Tepe 7 defa mı ne Türk tugayı tarafından alınıp Amerikalılara verilmiş. 
– Demek Amerikalılar orada savaşmıyordu öyle mi?
GÖREN-
 Yok yahu! Amerikalılar korkak. Ne savaşı. Onlar Irak’ta İngilizlere dua etsinler. Onlarda hiçbir şey yok. Biz eğitime tam teçhizat yürüyüşle giderdik. Onlar ise cip ile giderlerdi. Sanki tatile gelmiş gibiydiler. Amerikalılar cephede hiç ilerleme yapamazlarmış. Koreliler, “Sizle biz yan yana olsaydık ilerlerdik” derlerdi. Bizimkiler ilerlerdi, Amerikalılar geriden destek ateşi verirlerdi. Ateş desteği yapamadılar, bu sefer Türkler kayboldu. Kestiler ateşi. Türkler çembere düştü. Bu sefer “Türkler öldü” dediler. Bizim kumandan Tahsin Yazıcı idi. Tahsin Yazıcı askerleri toplamış. “Ne yapacağız evlatlar?” demiş. “Bizde ölüm var dönüm yok” demişler. Çemberi yarmış, geçmişler. Kunuri nehrinde, köprünün başında baksalar ki Amerikan askerleri var. Bu köprünün başında bizim Türkler Amerikalı generali vurdular, haberin var mı? 
– Niye vurdular? 
GÖREN-
 “Bizde harpten döneni çekip vuruyorlar” dediler ve çektiler vurdular Amerikalı generali. Onun için Tahsin Yazıcı orada madalya kazanamadı. Sen ne diyorsun yahu bizimkiler çemberi yardılar. Onlar süngüden çok korkuyorlar. Çinliler süngüden çok korkuyorlar. Çemberi süngü ile geçtiler. Onlar süngüyü görünce arkaya dönüyorlar. Süngüden ölenlere Yezid diyorlarmış. Ama kurşundan hiç kaçmıyorlar. Kurşundan ölene şehit diyorlarmış. 


Haçkalı Hoca da Kore’de

– Oraya daha önce gidip, savaşıp da şehit olan Türk askerlerinin mezarlarını görme imkanınız oldu mu?
GÖREN-
 Onlar Pusan’da idi. Oraya izin alıp da gidiyorsun. Başka türlü gidemiyorsun. Orada herkesin ismi cismi yazılı imiş.

Gören burada önemli bir olaya dikkat çekiyor ve olayı şöyle anlatıyor: 
Kore toprakları neredeyse hep küçük küçük göllerden oluşuyor. Bir Türk askeri hamamcı oluyor. Bir gölde yıkanırken bir manga Çin askeri geliyor. Türk askeri onları teslim alıyor ve bölüğe götürüyor. Bizim kumandan Çinlilere, “Bu Türk bir tane idi. Siz 9-10 kişisiniz. Nasıl oldu da sizi teslim alıp buraya getirdi?” diye soruyor. Çinliler, “Ohoo! Bu hiç. Orada kaç tane asker vardı, biliyor musunuz? Biz onlara teslim olduk” diyorlar.
Orada harp olurken Haçkalı Hoca’yı bir asker görmüş. “Hoca, Hoca. Sana bir mektup vereyim de al da git memlekete” demiş. Böyle işler oluyor. Bunları ben bizzat kulaklarımla duydum. Sor bakalım Kore askerlerine, hepsi neler anlatacaktır. 
– O zaman demek ki Haçkalı Hoca’yı gören adam onu memleketten tanıyordu?
GÖREN-
 Memleketten tanıyordu. O da onun köylüsüymüş.
– O zaman Türk askeri Müslüman olduğu için nereye gitse yalnız bırakılmıyor demek ki.
GÖREN-
 Orada, namaza, oruca, hepisine çok dikkat ederlerdi. Cami, teravih, namaz, hepsi vardı. Hem ibadet ederdik, hem vazifemizi yapardık.
– Ramazan orucunu tutar mıydınız? Bayramları kutlar mıydınız?
GÖREN-
 Ramazan’ı tutardık. Orada orospulara “şakşi” derlerdi. Orada askerler nereye giderlerse kadınlar da seninle giderlerdi. Birisi, bir karıya “Şu yüzbaşının yanına git otur” dedi. Bizim yüzbaşı çok müslüman, dindar adamdı. Hemen “kalk, kalk, kalk” dedi. Mescidimiz vardı. Teravih, namazı, bayram namazını kılardık. Tugayda cami her şey vardı.
– Cuma namazını kılar mıydınız?
GÖREN-
 Onu unuttum. Cuma namazı var mıydı bilmiyorum. Beş vakit namazı kılan kılardı. Ama tatbikatta, sıkı zamanda kılamazdık. Gece eğitimimiz çoktu. “Filan tepe alınacak” denilir, gece eğitimine çıkardık. Düşmanlar da hiç durmazlardı. Geceleri öyle bir ışıldak atarlardı ki sorma. İğne düşse yere bulunurdu. Ama peşinden top sesleri gök gürlemesi gibi olurdu. Sınırın bir tarafında onlar, bir tarafında bizdik.

Memleketi nerede ise unutuyorduk

– Artık göreviniz bitti, Türkiye’ye dönüyorsunuz, dediklerinde ne hissettiniz?
GÖREN-
 İnsana bir heyecan geliyor. Ama biz artık neredeyse memleketi unuttu idik. Var mı yok mu idi, unuttu idik. Şurası değil ki unutmayalım. Dünyanın öbür ucu. Buranın gündüzü, oranın gecesi, oranın gündüzü, buranın gecesi. 
– Gelirken nasıl geldiniz?
GÖREN-
 Gelirken de gemi ile geldik. Günümüz de iki ay geçiyordu. 
– Kore’den bir vesikan, madalyan vs var mı?
GÖREN-
 Madalyam var idi ama bulamıyorum. Nereye bıraktım bilemiyorum. Bir yere gaziler yürüyüşüne gideceğim mesela, ama madalyamı bulamıyorum. Bir yere giderken takarsın, demişlerdi bana.
– Madalyanın haricinde size bir belge verdiler mi?
GÖREN-
 Başka bir şey de vermediler.

Hem Türkiye, hem de mikro Türkiye Geyikli ismini Kore’ye taşıyanlardan biri olan Hacı Muhammed Gören, Kore’de iken çektikleri memleket hasretini şöyle dile getiriyor: “Bölüğe bir adet mektup geldiğinde hep birden toplanıp o mektubu dinlerdik, koklardık. Bizim memleket gibisi yok. Mektuptan memleket kokusunu alıyorduk.” 

HENÜZ YORUM YOK

YORUM GÖNDER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Exit mobile version