Abdullah GÜLAY
Eğitimci/Araştırmacı-Yazar
gulayabdul@hotmail.com
AĞASAR!IN BALI
Ağasar, Oğuz boylarından Çepniler’in yaşadığı bölgenin folklorik adıdır.Şalpazarı ve köylerini, yeni düzenleme ile mahallelerini içine alır. Ağasar Deresi boyunca sıralanan yerleşim birimlerinde yaşayan ve milliyetlerine bağlılığı ile tanınan bu insanların, kendilerine özel bir yaşama biçimleri vardır. Buna, ‘Ağasar Çepni Kültürü’ denmektedir.
Son yıllarda Türkiye genelinde olduğu gibi Ağasar’da da ulaşım ve iletişimin yaygınlaşmasına bağlı olarak kültür erozyonu hız kazanmıştır. Yetişen yeni nesil; basın, yayın, internet ve benzeri imkânlardan yararlanmakta, bütün dünya ile temas kurabilmektedir. Böylece dünya, gün geçtikçe adeta bir köye dönüşmektedir.
Elbette bu gelişmeler, teknolojinin getirdiği kolaylıklar bakımından sevindiricidir. Ancak, millî kültürümüz aleyhine oluşturduğu kötü gidiş nedeniyle birtakım önlemlerin alınmasını zorunlu kılmaktadır. Eğer biz Türk Milleti olarak kendi bilgi, bulgu ve kültürümüzü hızla güçlenen bu medya ortamına süremez, tanıtımını yapamazsak; bilim ve kültür dünyasına egemen güçleri ve egemen ülkeleri hayranlıkla izlemeye devam edersek; gelecekte, gittikçe küçülen “Dünya Köyü’nde bir kültür mahallemizin, bir kimlik kaydımızın olması çok zorlaşacaktır.
Çünkü her şey hızla değişmektedir. Ayrıca ölen her yaşlı insan, devrilen bir Osmanlı Çınarı gibi beraberinde geçmişin bize has değerlerini toprağa götürmektedir. Bunu önemsiz saymak, bir milletin yavaş yavaş yok olmasını görmezden gelmektir. Çünkü Türk Milleti, Orhun Kitabeleri’nde de ifade edildiği gibi ‘Adı sanı yok olmadan’ yaşamalıdır.
Kültürel kimliğimizden sıyrılarak et-kemik olarak varlığımızı sürdürmeye razı olmamız, gelecekte bizi millet olarak var etmeye yetmeyebilir. Tarih bunun acı örnekleriyle doludur. Macarların, Bulgarların ve daha birçok Hıristiyan topluluğun aslında Türk olduklarını, kültürel kimliklerini koruyamama nedeniyle farklılaştıklarını unutmamak gerekir.
Bundan dolayı; tüm yurt sathı, hatta yurt dışındaki bütün Türk İlleri, üniversitelerimizin başlatacağı bir seferberlikle; köy köy, kasaba kasaba, ev ev taranmalı; bir daha geri dönmemek üzere hızla kaybetmekte olduğumuz, bizi biz yapan değerlerimiz değişim selinin önünden kurtarılmalı; ‘geleceğimizin küçük güneşleri’ olan çocuklarımıza öğretilmelidir.
Bunu yaparken kültür ürünlerinin aslına sadık kalınmalı ve alındığı yörenin adı mutlaka korunmalıdır. Mesela “Ağasar’ın Balı” türküsünü Çayeli’ne mal etmek ve dilindeki otantik yapıyı bozarak değiştirmek gibi… Aslı; “Ağasar’ın balını / Gel salını salını / Büyüğünden çok idi küçüğünün çalımı / Adam cebinde saklar / senin gibi gelini…” şeklinde olan türküyü; “Ağasar’ın balini / Gel salini salini…” şekline dönüştürür; sonuna da; “ Çayeli’nden öteye / Yali ciderum yali” eklersek, bu uygulama kültürün aslına sadakatten uzaklaşmak demektir.
Bizi biz yapan kültür ürünlerimizi hem yabancı kültürlere karşı korumalı, hem de yerelde bu gibi davranışlardan kaçınmalıyız. Bunu başarmak için;
Çizgi filmler yapmalı, belgeseller hazırlamalı, kitaplar yazmalı, tiyatrolar yapmalı; hayatımızın her anını bu güzel adet ve usullerle şekillendirmeliyiz. Bir kelimenin Türkçesi dururken yabancısını kullanarak toplum içinde farklı olmaya çaba göstermemeliyiz. Eğer bir kelimenin Türkçe karşılığı yoksa, dili budayarak, kırıp dökerek değil, kurallara uygun olarak Türkçe karşılıklar türetmeli, Türkçe konuşmalı, Türkçe yazmalıyız.
Kök olmadan ayakta durulamayacağını herkes bilir. Bu nedenle kendi geçmişimizle barışık olmalıyız. “Kendi benliğini bilmeyen milletler, başka milletlerin yemi olurlar” Bunu asla aklımızdan çıkarmamalıyız.