Oğlunu şehit verme tecrübesini yaşayan şehit annesi Ayşe Karagöz, Apo’nun affı türünden haberlere dikkat çekerek hiç kimsenin aklından böyle bir şey geçirmemesi uyarısında bulunuyor.
“Bu vatan toprağın kara bağrında sıradağlar gibi duranlarındır” sözünden hareketle bu topraklar üzerinde herkesten çok söz söyleme hakkı bulunan bir şehit annesi, “Filancı şehit oldu, diye duyduğum zaman ciğerim yanıyor” diyor. Teröristbaşı için gereken ne ise onun yapılmasını istiyor.
60 yaşında olan Ayşe Karagöz, bir şehit annesi. Dördüncü ve son çocuğu Halil Karagöz’ü, 1995 yılında, Güneydoğu’da, “toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” düsturunu belki bu klişe haliyle bilmediği ama bizzat nefsinde yaşadığı şekliyle şehitler kervanına kattı. Ama, hani “ağlarsa anam ağlar” sözü vardı ya, bu sözün atasözüne dönüşmesine sebep olan bütün halleri yaşadı. Kendi canından bir parçanın koparılmasıyla birlikte gözyaşları sel oldu aktı.
Ama bu uzun sürmedi. Şehit annesi olduğunun çok kısa zamanda farkına vardı. Gözleri yaşarıyor, gözyaşlarını belki içine akıtıyor ama o şimdi ağlamadığını söylüyor. Bir anne için evladın ne demek olduğunu ortaya koyan bir anlayışla sorulduğunda ağlamadığını dile getiriyor. “Acımı içime akıtıyorum”* Ayşe Teyze, sizin oğlunuz şehitler kervanına katıldı. Aradan 10 seneye yakın zaman geçti. “Ağlarsa anam ağlar” diye bir söz var. Şehit oğlunuza hâlâ ağlıyor musunuz?
Ayşe Karagöz– Artık ağlamıyorum.
* Niye ağlamıyorsun?
Karagöz- Ağladın mı geri gelmiyor; bir. Günahta kalıyorsun; iki. Bir de başımdan bir olay geçti. Halil’i mezarlığa koyduk. Ben gece sabah olmadan kalkıyorum. Sabah ezanı okunmadan mezarlığa gidiyorum. Tepebaşından aşağı gece gidiyorum. Korku, morku yok. Halil öldü ya, bana hiç bir şey korku vermiyor. Geceleyin mezarlığa yetişmeye bakıyorum.
Mezarlığa varıp, bir çimenlik yerden aşağı dönerken, büyük oğlum Ali Osman da peşimde imiş, haberim yok. Bir ala karga var. Başıma inip inip çıkıyor. Nasıl çığlık atıyor, bir görseniz. Gözümü mü alacak, beni mi takacak? Geceleyin ne yapacak? Bilinir gibi değil. Belki de geceleyin Halil’i rahatsız etmiş olabilirim. Kestirmeden gidiyordum. Ali Osman beni kargadan kurtardı. İçin yanar, dışında hiç bir şey yok gibidir. Ciğerim yanıyor, yüreğim kanıyor, ama daha ağlamayacağıma söz verdim. O karganın yaptığı bana bir derstir. İçim ne kadar yanıyor, biliyor musun? “Acımıyor musun?” diye sor.
Ne kadar biliyor musun? İçim ne kadar yanıyor biliyor musun? Ama en iyisi sabretmek var imiş. Hocalar bunu söyleyip duruyordu. Sabretmek var imiş. Ondan sonra daha geceleyin de gitmedim. Bağıra bağıra da gitmedim. Birinde de ben yine kalkmış gitmişim. Kızım Hanım, anlattı. Peşime gelecek imiş. “Uyuyordum, uyumuyordum. Yarı uyanıktım. Halil beni kucakladı. ‘Anam nerede?’ diye sormuş. ‘Anam Tepebaşına aşağı ağlar giderdi’ demiş.” Şimdi öyle böyle daha ağlamıyorum. Acıyorum, ama ağlamıyorum.
* Oğlunuz Halil şehit düşeli kaç sene oldu?
Karagöz- Mayıs’tan bu yana on seneye döndü. On seneye döndü ama bugün önünde gibi. Gözümden yaş döküyorsam da öyle rahatsız edecek kadar sesli ağlamıyorum. Her şeyi içime akıtıyorum.
Şehitliğe giden taşları kendi döşedi1,5 yaşında iken anam ölmüş. Sonra ablam öldü. Halam öldü. Kocam öldü. Babam öldü. Şimdi benim yüreğimin taş kesmiş olması lazım. Nasıl doktorlar insanı keserken keserken acımaz oluyorlar ya, öyle olmam lazım. Ama olamıyorsun. Çünkü bu acı başka türlü bir acı.
Yalnız, Halil sanki bizi böyle bir sona alıştırıyordu. Trabzon’da okudu. Yurtta sekiz sene kaldı. Askerliğini bir sene tecil ettirdi. Askere gitmek için geldi. “Bir sene tecil ettir de bile duralım” dedim. Tecil ettirdi. Benim uşaklarım (çocuklarım) hiç benim sulhumdan (sözümden) çıkmazlar. Öl desem ölürler. Burada kalırken banyosunu yapar, yemeğini yer, nerede isem beni bulurdu. Arkamdan çağırıyordu. “Anaaa! Ben askere gidip şehit olup geleceğim” derdi. Bir sene peşimden böyle çağırdı.
“Halil ne şehit olması, ne ölmesi, düşman ölsün” diyordum. Ben de beni korkutuyor sanıyordum. “Oğlum niye böyle diyorsun?” diye sormuyordum. “Bir sene bile (beraber) duralım” dedim diye beni korkutuyor sanıyordum. Bir sene böylece peşime çağırdı.
* Hep şehit olacağını mı söylerdi?
Karagöz- Devamlı bunu söylerdi. Şiirler yazardı. Sigara kağıdına, kibrit kutusuna, tahtaya şiirler yazardı. Şehit olacağını yazardı. Bir sene böyle geçti.
* Demek ki şehit olacağı kendisine malum oldu. Şehit olduktan sonra böyle bir şeyi düşündünüz mü?
Karagöz- Ben niye sormadım. Şimdi, “ben niye sormadım” diyorum. O zaman da terörün tam sıkı zamanıydı. O şehit oluyordu, bu şehit oluyordu. “Askere gidip de teröristleri kırıp geçireceğim” diyordu.
Acemi birliğinde sıraya koyarlar da oraya buraya sevk ederlermiş ya, Halil başka yere sevk olacakmış. Arkasındaki uşak Güneydoğu’ya gidecekmiş, kendi başka yere. Arkasındaki uşağı tutup kendi yerine geçirmiş, o uşak başka yere düşmüş, Halil Ağrı’ya gitmiş. Halil bunu kendi eliyle yaptı. Kendi eliyle yaptı ki sonuç böyle olacaktı besbelli.
Şehit olmadan önce yaylaya gübre atmaya geleceğiz. Evde telefon yok. Fakirlik var. Kızım Hanım, “Halil, gel şu kolumdaki bileziği satalım da telefon alalım” demiş. “Ne telefonu Hanım” diye kızmış. İki tane öküz baktık, sattık da ona asker parası hazırladık. Böyle bir Sisdağı yayla vakti idi. Bir de televizyonumuz yoktu. Eve bir de televizyon alabildik. Öküzler o günün hükmünde 16 milyon etti. 9 milyonu ile televizyon aldık. Gerisinin de üstünü doldurduk, 10 milyon ettik de asker harçlığı bıraktık. O zaman fakirlik vardı. Açlık vardı. 12 bin lira aylık alıyordum, ama 12 bin lira ile ne olur.
Halil’e 10 milyon lirayı verdik de “Ben bu kadar parayı görmedim” diye sevinçten yukarı yukarı atıyordu. Askere böyle yolladık. Acemi birliğinden geldi. Elbisesi hiç solmamıştı. Depoya atılıyormuş. “Ellerinki hep çürümüştü. Benimki hiç bir şey olmadı” dedi. Nasıl kızlarım yıkadı, giydirdi, aynen o şekilde geldi. “Depoya böylece atmıştım, bırakmıştım. Böylece aldım giydim” dedi.
Çocuğunuz şehit düştüğü zaman buraya herkes geldi, sizinle ilgilendi. Sonradan bu ilgi devam etti mi? İlgiyi sonradan kestiler mi?
Karagöz- Sonradan mı? Kesmediler. Allah razı olsun. Geçen günlerde Anneler Günü vardı. Beni ziyarete geldiler. Bayramlarda köye geliyorlar. Oraya varsam benimle ilgileniyorlar. Gidip geliyorlar, ilgileniyorlar.
* Devletten, “Ben bir şehit anasıyım” diye bir beklentin var mı? Şöyle yardım yapsın,şu problemi mi çözsün, diye bir beklentin var mı?
Karagöz- Yok. Eller ev alıyormuş. Faizsiz parasından kesiliyormuş. Ben onu yapmadım. Aylık zamanı da, bize geldiler. Gazeteciler, “Sana aylık bağlanacak” dedi. “Bana aylık bağlanmasa iyi” dedim. “Niye?” diye sordular. “Ben oğlumun parasını alıp da nasıl yiyeceğim. Almayayım. Oğlum rahatsız olur” dedim.
* Size şehit aylığı bağlandı mı?
Karagöz– Bağlandı. Üç ayda bir bir harçlık alıyorum. Kimini oğlumun hayrına dağıtıyorum. Kimini de harçlık ediyorum. Törenlere katılıyorum. Ay yıldızlı bayrağı görüyorum. Bir oğlum daha olsa o da şehit olsa diyorum. Ama acıya dayanılmıyor. Askeriyenin içine girince insana moral veriyorlar. Oraya girince sanki bir cennete giriyorsun. Hava değişiyor. Ben şehit anası olduğumun orada farkına varıyorum. O askerleri, o subayları, o elbiseleri gördüğüm zaman moralim düzeliyor. Yani hepsi bana oğlum gibi geliyor. Kucaklayasım geliyor. Bir asker, bir jandarma geldi mi benim oğlum gelmiş gibi oluyor.
* Filancı şehit oldu diye şimdi duyduğun zaman ne hissediyorsun?
Karagöz- Ciğerim yanıyor. Aynı kendi oğlum gibi ciğerim yanıyor. Bu acı başka türlü bir acı. Ölmesin. Kimse ağlamasın.
“APO TATİL Mİ YAPIYOR?”* Oğlun Halil, Doğu’da şehit düştü. Teröristlerin başı da yakalandı. Şimdi İmralı adasında hapis yatıyor. Onun ne yapılmasını istersin?
Karagöz- Ben onun günahını alamam. Şu kadar milyon insan öldürdü. Çok günah yüklendi. “Onu öldürsünler” deyip de günahta kalamam. Hükümet ne yaparsa o. Hükümetin kestiği parmak kanamaz. Hükümet ne yaparsa o. Ölse bu kadar şehitler geri gelmez. Gelir mi? Devlet ne yaparsa ona razıyım ama “affını” istiyorlar. Ben de af olmamasını istiyorum. Af olmasın. Niye af oluyor ki. Cezası ne ise orada çeksin.
* Ya dışarı çıkarsa!
Karagöz- Çıkarsa millet onu canlı gene yer. Yaşatmaz. Ben de elime geçirsem bir şey yaparım herhalde. Ama “Hükümet öldürsün” diyemem. Can almak Allah’a mahsus. Ama onlar aldılar. Cana kıydılar. Hâlâ kıyıyorlar da. Hiç kimse başka anaların yüreğinin yanmasını istemez. Yüreğin yanmasını ancak Cenab-ı Allah ile ben bilirim. Başına gelen bilir.
Ecel başka. Yatıp da ölmek başka. Burada ölmek başka. Düşmanın öldürmesi başka. Evlat acısı başka. Ben şimdi “Apo öldürülsün” deyip de günahında niye kalacağım. Ama Hükümetin de koyvermemesi lazım. Cezasını çekmesi lazım. Onların kestiği parmak kanamaz. Ne yaparsa o. Ben, “Öldürsün” desem de öldürmez. Öldürmesin de. Orada dursun, cezasını çeksin. Ölürse bir kere ölür. Ama o bizim gibi değil. Bizden rahat yaşıyor. Doktoruna varana kadar yanında.
* Tatil mi yapıyor?
Karagöz- Öyle ya. Onun için koca bir ada boşalttılar. Öyle değil mi? O bizden daha iyi yaşıyor. Biz yine eskisi gibi acı ile kahır içinde yaşıyoruz. Yüreğin yanar, ciğerin banar. Ama o yer, içer, oturur aşağı.
BU VATAN KİMİN?
Bu vatan, toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır,
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
Tutuşup, kül olan ocaklarından
Şahlanıp kan akan ırmaklarından
Hudutlarda gazâ bayraklarından
Alnına ışıklar vuranlarındır…
Ardına bakmadan yollara düşen,
Şimşek olup çakan, sel olup coşan,
Huduttan huduta yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır…
İleri atılıp sellercesine,
Göğsünden vurulup tam ercesine
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir…
Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı bir yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir…
Gökyay’ım ne desem ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlusundan görenlerindir…
Orhan Şaik GÖKYAY
Araştırma-Röportaj: Kamil Bayraktar