Türkiye’yi Mahvettiler

Hacı Osman Öztürk

Kıtlık senelerini yaşamış, ağaç yaprakları yemiş, Rus işgaline tanık olmuş, 107’lik çınar Hacı Osman Öztürk, 70 sene demirci ustası olarak kol salladığını, hâlâ da çalıştığını belirterek “çalışan demir pas tutmaz” atasözünü hatırlatıyor.

“Devir çok değişti” diyen bir asırlık çınar kulaklara küpe olacak şu sözleri söylüyor: “Türkiye’nin borçtan gözü çıkıyor. Türkiye’yi batırdılar. Türkiye’yi mahvettiler. Amerika’ya teslim ettiler. Amerikan foteri altına girdik. Ama Allah büyüktür. Atatürk gibi bir adam daha verir Allah.” 
“Bizim köyden seferberliğe çok kişi gitti. Kardeş, oğul, baba evden birlikte çıktılar. Köselioğlu Ahmet ile babası beraber askere gittiler. Onlar geri döndüler. Çok da dönmeyen oldu. Güdükoğlu Ahmet, Mürsel’in babası, İmadoğlu Ahmet, Halicoğlu Bayram’lar hep Yunan harbine gittiler. 

1946 seçiminde Trabzon’da Yüzbaşı Naci Altuğ vardı. Seçim için Şalpazarı’na geldi. Kahvenin kapısında otururken İmadoğlu Ahmet’i gördü, tanıdı, çağırdı. İlk Halicoğlu Bayram’ı sordu. Bayram seferberlikte onun askeri imiş. Bir Cebel topu varmış. Cephe bozulduğu zaman namluyu atmamış. 

Yüzbaşı ‘at’ dediyse de atmamış. Kurtarmış. Bayram’ı göremedi, Kovanlık’ta idi.” Bu sözler, adeta şehitler ve gaziler yurduna dönen Trabzon Şalpazarı Geyikli Beldesinin 2004 Şubat’ın 18’inde 107 yaşına girdiğini söyleyen sakini Osman Öztürk’e ait. “Rus işgalini biliyorum. Seferberliği biliyorum” diyen Osman Öztürk, o dönemde, bize en çok zahmet edenlerin Ermeniler, sonra Yunan, sonra da Rumlar olduğunu, Rusların ise daha ehven davrandığını söylüyor. “O Ermeni var ya Ermeni, bizi mahvedenler Ermeniler oldu” diyor.

Yoksul ama mutlu günlerin hasretiBir asırlık çınar olmanın alametlerini yüzünde taşıyan Osman Amca, Rus işgali zamanındakini de, 1941-1942’deki kıtlığı da bire bir yaşamış. Yemeye hiç bir şey bulamamışlar. 

Karaağaç (Karadeniz’de bir ağaç türü) kabuğunu soymuş, doğramış, öğütmüş, ekmek yapmışlar. Karaağacın ekmeği yumurta sarısı gibi olurken çıtrık ağacının ekmeği simsiyah olurmuş. Tuz bulunmadığı için de deniz suyu kullanmışlar. Ayakkabı nerede? Çarık bile bulamazlarmış. Buna rağmen “hey gidi o günler hey” diye gözleri ufuklara dalarak o eski günlerin özlemini çekiyor. Sisdağı yaylasının Hanyanı obasındaki evleri göstererek, “Şu evlere bak. 

Hepsinde göç var. Ama sanki göç yok gibi. İnsanların sesleri çıkmıyor. Herkes kendi halinde. Eskiden insanların haykırması, it ürümesi, eşek anırması vardı. Herkesin birbirinden haberi olurdu. Aş da, ekmek de, dert de bölüşülürdü. Birlik vardı. Şimdi eskisi gibi değil. Nerede o eski günler” şeklinde intizarını dile getiriyor. “Eski komşuluklar bir daha geri gelmez mi?” sorumuza “aklım kesmiyor” cevabını veriyor. “Devir çok değişti” diyor. “Yoksul ama mutlu öyle günler geçirdik ki, evlerimiz hiç misafirsiz kalmazdı. Şimdi adam gelsin diye yol gözlüyoruz. Şimdi kapımızı çalan yok” diye ahh çekiyor.

Devletin gücü vatandaşına mı yetiyor?Osman Öztürk amca ile konuştuğumuz Hanyanı obası da dahil Sisdağı yaylasının sakinleri, yüzlerce yıldır üzerinde yaşadıkları yerlerinden oldu. 

Devlet, kimi yerlerin hazine arazisi, kimi yerlerin ise Orman teşkilatına ait olduğu gerekçesiyle bu yayla sakinlerinin arazilerine el koydu. Bu yayla sakinlerinin yüzyıllardır sahibi bulunduğu arazilerinin kendine ait olduğunu hatırladı. Çitlerini yıktı. Her ev sahibine az bir parça ( 600 metrekare) yer bıraktı. 

Aynı uygulamadan kendisi de nasibini alan Osman Öztürk, kendisi ile söyleşimizde devletin 70 sene sonra gelip ellerindeki arazilere el koymasının yanlış olduğunu, yanlış yapıldığını belirterek, “Dedemi bırak, babamı bırak, kendim 95 senedir burayı kumanda ediyorum. 1936’dan beri de emlak vergisi ödüyorum. Bu nasıl iştir anlamadık” şeklinde şikayetini dile getirerek devlet tarafından da bilinmesi gereken gerçekleri şöyle kelimelere döküyor: “Benim burada santim tutma yerim yok. Hepsi para ile alındı. 4 kişiden para ile aldım. 

Burada beni mahkemeye verdiler idi. Mahkemeyi kazandım. Mahkeme kararım var. 1936 yılında emlak vergisi verdiğime dair belgem var. Ben burada arpa da ektim, çavdar da ektim, patates de diktim. Burası yayla değil köy toprağı. 1210 tarihli ilam ile köy toprağı. 1300 tarihli ilam var, yine öyle. Buna pazaryeri de dahil.” 

Amerika’ya uşak mı olduk?

Konu siyasete gelince Osman Amca, Türk siyaseti ve Türkiye çevresindeki gelişmeler hakkında da görüşlerini aktarıyor. Beklentilerini söylüyor. Her şeyin kötüye doğru gittiği tespitinde bulunuyor.

Mevcut iktidarı da içeren haliyle “Erdoğan geldi ne yaptı? Hiç bir şey yapmadı. Söyle bakalım ne yaptı? Hangi işi başardı?” sorusunu soruyor. “Ne yapmasını isterdin?” sorumuza karşılık da, “Atatürk bu memleketi nasıl idare etti; kurdu kuş ile nasıl yaydı; o şekilde idare etmesini isterdim. Hükümet var mı yok mu belli değil. 

Herif bir suç işliyor, bir kapıdan giriyor, öteki kapıdan çıkıyor. Böyle mi olması lazım. Paraları yiyenler nereye gitti? Niye hesap sormadı, sormuyor. Sorması lazım değil mi? Türkiye’yi batırdılar. Türkiye’nin borçtan gözü çıkıyor. Amerika’ya uşak mı olduk? Rahmetli Hıdıroğlu Veysel vardı. ‘Şapkamın altında hür yaşayacağım’ derdi. Şimdi Amerikan foteri altına girdik” cevabını veriyor. 

“Türkiye’yi mahvettiler. Batırdılar. Amerika’ya uşak ettiler. Amerika’ya teslim ettiler. Ama Allah büyüktür. Atatürk gibi bir adam daha verir Allah” şeklinde devam eden Osman Amca, ABD’nin Irak işgalinin ne anlama geldiğini de bir asırlık çınar olma tecrübesiyle, kulaklara küpe olacak şekilde şu sözlerle ifade ediyor: ” Amerika, aslında Türkiye’ye oturmak istiyor ama bakalım Allah ne diyor? Bizim çevremizde dolaşıyor. Derdi Saddam değildi. Derdi Türkiye. Çünkü, Türkiye toprakları kız gibi duruyor.” 

İŞLEYEN DEMİR IŞILDAR18 Şubat 2004’te 107 yaşına ayak bastığını söyleyen Hacı Osman Öztürk bu kadar uzun yaşamasının sırrını önce Allah’ın takdirine sonra da kendisi ile görüştüğümüz Sisdağı gibi havası, suyu temiz bir yerde yaşamasına, çok çalışmasına, hâlâ da çalışıyor olmasına bağlıyor.

* Sağlıklı yaşamanı neye borçlusun?
Öztürk- Ben Rus çekildi çekileli bu dağda yaşıyorum. Geçen sene fizik tedavi doktoru bana “sen nasıl oldu da bu yaşa kadar yaşadın?” diye sordu. Ben çıtıruk yaprağı yedim. Karaağaç yaprağı yedim. Açlık dahil hepsini gördüm. Şimdi ekmek kapıya geliyor. 

* Uzun yaşamayı bu dağların temiz havasına, suyuna mı bağlıyorsun?

Öztürk- Ben ona bağlıyorum. Ben çok çalıştım. 70 sene bu kolumu salladım. Ben bu suyun sayesinde bu yaşa kadar geldim.

* Çalışmak demek ki adamın ömrünü kısaltmıyor.
Öztürk- Çalışan demir pas tutmaz, derler. Ha şimdi gene bu kapıda buz gibi su içiyorum. Rus çekildi çekileli bu dağdayım. Bu dağın suyunu içiyorum. Üç sene askerlikte kaldım. İki sene gurbette idim. Gerisini hep burada geçirdim. Hep ilk gelen de ben oldum. Yalnız bu sene bu dağda bir kırmızı çiçek gördüm. Rus çekildi çekileli ilk defa bu sene gördüm bu çiçeği. Dağlar ıssızladı. Geçen sene köyde meyveden geçilmiyordu. Bu sene neredeyse hiç yok. Yandı. Fındık da yok.

* Geçen seneki bu lütfun kıymetini bilmedik mi?
Öztürk- Öyle ya. 

* Cenab-ı Hakk’ın bize verdiği nimetlerin, güzelliklerin kıymetini biliyor muyuz?
Öztürk- Ben, elimden geldiği kadar biliyorum ama bilmeyen çok var.

“Her yere ev yap” öğüdü

* Yaşınız bir asrı aşkın biri olarak yaşı sizden küçüklere ve özellikle gençlere ne tavsiye edersiniz?

Öztürk- Ne tavsiye edeyim. Dünyada doğru yoldan, doğru istikametten ayrılma. Elinden geldiği kadar iyilik yap. Edebilirsen kötülük edene de iyilik et. Her şey sabra bakar. Sabırlı olmayı tavsiye ederim. Rahmetli anam bana, “Her yere bir ev yap” derdi. “Ana ben her yere, İstanbul’a, Ankara’ya nasıl ev yapacağım” derdim. 

Rahmetli, “Ora oğlum! Adama bir çay içirirsin, bir kahve içirirsin, bir ev yapmış olursun. Aç ise karnını doyurursan bir ev yapmış olursun” derdi. Bunların hepsi başıma geldi. Bazen bana iş buyururdu etmezdim de “sırtında yük tuvalete gidersin de ben görmem” derdi. Gerçekten göremedi. Askerde çanta sırtımda tuvalet yapma durumunda kaldım. Bir gün Hanyanı’nda (Sisdağı yaylasında bir oba) bir adam bağırıyordu. 

O zaman yol yoktu. Her taraf ormandı. Anam, “Oğlum bir çıra yak da var bak kim?” dedi. Gittim. Değneğinin ucunda mendilde bir ekmeği var. Belinde bir lagat tabancası var. Oğuzlu bir genç adam. Babası hasta olmuş. Kadırga’dan yola çıkmış. Geceye kalmış. Misafir ettik. Sabahtan yolladık, gitti. 1934’de Duraloğlu Muhammed, Bilaloğlu Mehmet ile Zonguldak’a düştük. Bilaloğlu Mehmet’in saatini sattık, yedik. 

Çünkü aç kaldık. İşe giremedik. Kozlu’da bir küçük kahvede oturduk. “Ne yapacağız? Nereye gideceğiz?” diye düşünüyoruz. Öğle paydosu sırasında kapıdan bir fötr şapkalı adam girdi. Sigara tabakasını çıkardı, sardı, yaktı, kahve söyledi, içiyor. Ama bir de bize bakıyor. Kahvesini içtikten sonra yanımıza geldi. “Neredensiniz?” diye sordu. Trabzon’dan, Şalpazarı’ndan olduğumuzu söyledik. Bana, “Nerede yayla yapıyorsunuz?” dedi. “Hanyanı’nda” dedim. “Beni tanıdın mı?” dedi. 

Zaman geçmişti. Nasıl tanıyacağım? “Bir gece beni Hanyanı’ndan almış, misafir etmiştin” dedi. Bize çok rağbet etti. Çay, kahve ısmarladı. Sonra lokantaya götürdü. “İstediğinizi yeyin” dedi. Lokantadaki yemekleri hep yiyeceğiz ama elin cebi yeniyor mu? İşte anamın dediği “her yere ev yap” sözü nasıl da kendini gösterdi.

Araştırma-Röportaj: Kamil Bayraktar

YORUM GÖNDER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz