6 Ekim 2004 tarihinde, Türkiye’ye müzakere tarihi verilmesi ile ilgili tavsiye kararı çıkmasının ardından; bir televizyon kanalında, AB’nin genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen ile yapılan söyleşide, kendisinin söylediği sözlerle; 17Aralık 2004 tarihinde, Brüksel’de Türkiye ile ilgili taslak metinlerde kullanılan ifadeler; özellikle Fransa’nın, müzakere sonucunda eğer Türkiye tam üye olamazsa, “ özel bir statü ile Avrupa Birliğine entegrasyonunun sağlanması” teklifi aynı noktada birleşiyor.
Verheugen’in söylediklerini tercüme eden kişi, şunları ifade ediyordu: “Eğer Türkiye’yi dışlarsak ve müzakere tarihi vermezsek, nelerle karşılaşacağımızı, Türkiye’nin hangi yöne gideceğini kestiremeyiz. Bu bizim açımızdan kabul edilebilir bir şey değildir. Yani, rotası belirlenmemiş bir Türkiye bizim ideallerimiz açısından tehlikelidir, demek istiyordu.
Fransa’nın Türkiye ile ilgili teklifiyle, Verheugen’in sözlerinin örtüştüğü noktayı en iyi ifade eden sözün, yazının başlığına verdiğim söz olduğunu düşünüyorum. Anadolu’da, az sözle çok şey ifade edilen, böyle orijinal sözler çoktur. Anlaşılan o ki, ne Türkiye’den vazgeçilebiliyor, ne üye olmasına tahammül edilebiliyor.
Vazgeçilemiyor çünkü Türkiye Cumhuriyeti hala, bölgede, stratejik konumu, tarihi geçmişi, sağlam devlet geleneği ile en büyük devlettir. Türk Milleti, geçmişte üstlendiği öncü misyonuyla, Türkî cumhuriyetlere ve İslam dünyasına önderlik yapabilecek, onları ayrı bir birliğe ikna edebilecek konumda ve kapasitededir. Böyle bir birlik, Avrupa Birliğinin hedefleri ile ters düşer. Çünkü bu bölgelerde ayrı ayrı çıkarları söz konusudur.
Üye olmasına tahammül edemiyor çünkü nüfusu, inancı, gelenek ve görenekleri, kültürü ile kolay hazmedilebilecek bir ülke değil. Bir de tarihinden gelen liderlik vasfı eklenince tedirginlik bir kat daha artıyor.
Ancak; AB’ye girmeyi biz istediğimiz için, bu muamelelerle karşılaşmamız normaldir. Tarihe yön vermiş, dünyayı bilim, sanat, siyaset v.s. alanlarda etkilemiş ve hâlâ süregelen derin izler bırakmış; hak, adalet, özgürlük gibi kavramların içini hakkıyla doldurmuş bir milletin torunları olan bizler, bu duruma düşmemeliydik. AB’ye girmek için can atan bir pozisyonda değil, girmemiz için, AB ülkelerinin yoğun isteğinin olduğu bir pozisyonda olmalıydık. O zaman giriş şartları konusunda söz söyleme, kıstas belirleme imkanımız olur, isteklerimiz ve çıkarlarımız hususunda inisiyatif alırdık.
Bu söylediklerimden, AB’ye girilmesine karşı olduğum anlamı çıkarılmamalıdır. Ben sadece, ülkemin başının dik, alnının açık olmasını istiyorum. Ülkem hakkında birilerinin planlar yapmasına, elinin kolunun bağlanarak hareket alanının daraltılmasına tahammül edemiyorum.
Bu milletin, geleceğini kendisinin belirleme, kiminle hangi şarlarda nasıl beraber olacağını tayin etme, geleceğe yönelik hangi misyonu hangi vizyonla üstleneceğine karar verme kabiliyeti, potansiyeli ve iradesi vardır. Kimse bu milletin iradesine ipotek koyamaz.
02.01.2005