“ TEYÂRE”

            O gara günleri sorma oğlum!.. Ne sen sor, ne de ben sööliim!.. Çok â-gara günler geçürdük. Çok açlık cıbıldakluk çekdük. Bugün sizlere bakıyum da; bu ne bu bolluk?.. Bu ne bu döküp saçmalar?.. Bi geydünüzü bi daha geymisunuz. Hey gidi günler hey!

            Bir tevek dokuma göyneğimiz (iç giysi) olurdu. Yalın ayak garakış ayında su, odun daşurduk; değirmene zahra götürürdük. Çulun üstünde yatar, ara ışık yakarduk…

          Dur oğlum, dur! Yüreğimin efkârını deşme!

         Şimdi düşünmeden edemiyum; aca o zaman biz çıddak (küçücük kor parçası) kadar ışıcağın altında nasıl êcek (eğirecek) eğiriyuduk? (yün eğiriyorduk)? Nasıl iplik sarıyuduk aca?.. Tööbe! Tööbe!.. Şindiki gızlar bi denecüünü bile yapamaz, edemez.

            Oğlum, bana Danuu Kızı Pempe derler. Yetimlikle, gariplikle böyüdüm. Gavur buralara geldiğinde yedi-sekiz yaşlarındaydım. Böyük gardaşım Danuu Huşut (Hurşit), Urus gâvuruna Şallu’dan (Beşikdüzü) Şalyeri’nden (Şalpazarı) Şıhgıranı’na, dağlara okarı yük taşımaya giderdi. Gavurlar onu alır götürürdü. Aşamca eve dönerken bize ekmek verülerdi. Ben de Huşud’un peşine ağlardım (Ben de gitmek isterdim). Bazı beni de götürüdü. Üstümüz-başımız çıplaktı. Yarı örtük, yarı çıplak…

            Oool Huşutum Oool!..  Gardaş Huşudum gardaş!…  Aca bile yaşaduk m’ola (Her şey fâni imiş) ool, ool!..

              Abdulla oğlum; sen bana ne soruyordun? Unutdum. Daldım getdim. Bildiğin gibi değil; o günneri algıma getürüsem yüreğim dolup çıkıyor,.. Hem, sen bunları ne yapacaksın? İşin mi yok?

            Oğlum; ben Çavuşlu sülalesine gelin geldükden sora da gariplik peşimi bırakmadı. Bir evin bir oğlu idi deden. Onula beni evlendürdüler. Onun adı da Abdulla idi. O esgerde şehit olunca onun adını, sen ilk torun olduun üçün sana verdük. Bu ‘Teyârecilik’, dedenin eskerde olduğu senelerdeydi. Ondan önce bize ‘Çavuşlu’ diilardı. (diyorlardı) Eskiden ‘çavuş’ demek, ‘böyük komutan’ demekmiş. Dedenlerin dedesi, Osmanlı ordusunda çavuş imiş. Ben ne bileyim, bize o güne kadar ‘Çavuşlu’ diilardı. Daha sonra ‘Teyare, Teyarelü’ demeye başladılar. Bu babanlar, amcanlar var ya… Bunlar  önceleri bu ‘Teyare’ laflına çok gızıyorlardı. Ama sonradan onlar da alıştılar. Şindik daha gızmıyorlar.       

            Deden Abdulla, Dünya Harbında (2.Dünya Savaşı) esgere getdi. O esgere giderke dört çocuğum varıdı. Alaman Harbı sıralarıydı. O dönemlerde şindiki gibi ne telefun vaıdı, ne mekdup varıdı… Getdi mi getdi…. Ya geldi ya gelesiye!.. Ya gendüsü gelüdü, ya da künyesi! Yol gözetle dur, işin yoosa!.. Ayı bellü diil, yılı bellü diil… Geride, ihtiyar böyük deden ile dört hızanın bakımı; bundan başga ahur, ev işleri, ineklerin danaların bakımı talla işleri, çayır – odun işleri, yemek manca, beşik gaşuk hep benim sırtımda. Yoksulluk, cıbıldaklık da cabası…

            Deden Abdulla’nın babası Gaynatam Ali, iyi niyetli, tövekkelce bir adamıdı. Allah rahmet etsin! Nur içinde gosun… Bize, ev böyüklüğünü o etti. ‘Gavur gelecek!’ gorkusu ortalığı sardı. Harp çıkmış diilar! Yetim hızanımı gucağama sıkıyum. Onlara acıyum! Babaları esger. Üstleri başları çıplak…

              Günlerden  bir gün, köyün üstünden bir teyare geçti. O güne kadar hiç teyare görmedük. Gürültüsü yeri-göğü inletti. Bi de bakaruk ki gööde böyük bişii gidiyu.  Korkudan yüreğemiz yarıldı. Aglımız başımızdan getti! Böyük dedeniz, o günlerde hastacaydı. Yatakda yatiyudu.  Yatduğu yerden bana çağarıyu, Şööle diyu:

            -‘Kız, Danuu Gızı! Gelin! Gâooo Danuu  Gızı ! Needesin? Annâ  (Görebileceğim yere) gelsene!’ Bu sırada gücük hızanlar, dışarıda oyniilardı. Unnar da ağlamee başladılar! Zatı (zaten) yüreem yaralu!. Aglımı gaçurdum sandım (zannettim)! Gopdum (koştum) hızanı topladım; kimi elimde, kimi sırtımda, kimi yanımda; geldim evin eşiine dineldim;

            -‘Ne var?’ Ne çağarıyun? dedim.

           Bu gürültüyü duyan yan gonşularla billikde görümcem Gışna Gızı da geldi. Deden yatduu yatakdan dooru bize şööle seslendi:

           -‘Gavur gelii! Gavur gelii! Babaları da eskerde. Hızana bir zarar verülerHızanı topla ahura götür; ‘beçer’in (hayvanların yemlikleri) içine yatur! Onları sakla! Üstüne de bi gaç bağ ‘daru sapı’ at! Kimse görmesin; gâvur bulmasın! Çabuk! Çabuk! Teyare sesini eşitmiyun mu? Teyâre geliyu, cabuk ol cabuk!

            Eeee ya; ben de assah sandım; hızanıma gıyamadım!. Ahura getdim, çocukları beçerin içine yaturdum. Üstünü mısır sapı ile örttüm. O gün çocuklar, aaşama gadar orada yattılar. Aaşam olunca, onları oradan çıkardım. Bu işi herkes duydu (Bu olay, mahallede yayıldı). Herkesin cımbışına (komiğine) getmiş; Hoşlarına getmiş.

            Gonşular bu olaydan sonra bize; “Teyârelü” demee başladılar. ‘Teyare Mustafa, Teyare Ali, Teyare Gızı, Teyarelü gelini’ diilar.

            Ben ne biliim; işte böyle…  iyi-kötü günner geçürdük. Sonra çocuklarımın babası, esgerde şehit oldu. Daha da görüşmek nasip olmadı. Mezerini bile bilmiyuk. Onunla görüşmemiz o dünyee (Ahirete) kaldı!..

                                                          -Türk Halk Kültürü Derleme Çalışmalarından-

1 Yorum

YORUM GÖNDER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz