“TEVRAT ve İNCİL’İN BOZULMADIĞI İDDİASINA
KUR’AN’DAN DELİL ARAMA GAYRETLERİ“
Yazısını indirebilir veya okumaya devam edebilirsiniz.
TEVRAT ve İNCİL’İN BOZULMADIĞI İDDİASINA
KUR’AN’DAN DELİL ARAMA GAYRETLERİ
Hakkı BAYRAKTAR
Kur’an’a asla inanmadıkları halde, misyonerlerin, internet sitelerinde ve yayınladıkları birçok kitapta, ellerindeki Tevrat ve İnciller’in bozulmadığına dair Kur’an’dan – güya – onay alarak Müslüman halkı da yanıltıp yanlarına çekme gayretlerine şahit olmaktayız ( Bkz.: John Gılchrıst, Kur’an İle Kutsal Kitap Arasında Karşılaştırmalı Bir İnceleme, Yalçın Ofset-İst., s.53 vd. / Tanrı’ya Gerçekten Teslim Olmanın Vakti, Yahova’nın Şahitlerinin Yayını, Baskı: Wachtturm Bibel -Und Traktat- Gesellschaft Deutscher Zweıg e.V.Wıesbaden-1983, s.18,19,30 / İnternet sitesi için bkz.: www.ısamesih.org veya www.mujde.com.)
” Kitab-ı Mukaddes, İslâmiyet’ten Önce Tahrif Olamazdı; Çünkü Hz.Muhammed’in Zamanında, Tevrât, Zebur ve İncil Sapasağlam Duruyordu, ” başlığı altında delil gösterilen ayetlere ve iddialara bir bakalım:
***
” Gerçekten Tevrât’ı biz indirdik, onda yol gösterme ve nur vardır. İsa’yı gönderdik ve ona içinde yol gösterme ve nûr bulunan İncîl’i verdik. ” (el-Mâide, 44, 46)
Yukarıdaki ayetler, işlerine geldiği gibi kısaltılarak/eksik verilmiştir. Halbuki ayetlerin tamamı şu şekildedir:
” Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat’ı indirdik. Kendilerini (Allah’a) vermiş peygamberler, onunla Yahudilere hükmederlerdi…/Kendinden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak peygamberlerin izleri üzerine,
Meryem oğlu İsa’yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önündeki Tevrat’ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil’i verdik. / İncil’e inananlar, Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsinler. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıklardır. / Sana da (ey Muhammed!), daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) gönderdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma… ” (el-Maide, 44-48)
Bu ayetlerden anlaşılan mana şudur:
Cenab-ı Allah, Tevrat’ı da, İncil’i de hak kitaplar olarak indirmiştir. İncil’i, kendinden önce gelen Tevrat’ı tasdik edici ve Allah’ın yasaklarından sakınanlara bir hidayet ve öğüt olarak, hatta başka bir ayetin beyanına göre; kendinden sonra gelecek Hz.Muhammed’i müjdelemek için göndermiştir:
” Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: ‘Ey İsrailoğulları! Ben size, Allah’ın elçisiyim; benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmet adında (O’nun bir adı da Ahmet’tir) bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim,’ demişti. Fakat O, kendilerine açık deliller getirince; ‘bu açık bir büyüdür,’ dediler. ” (es-Saff, 6)
Demek ki, İsa’nın gerçek mesajında(gerçek Müjde’de) Hz.Muhammed (s.a.v.) müjdelenmektedir. Hal böyle olunca; “ İncil’e inananlar, Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsinler, ” demek; ‘Eğer gerçek olan İncil’i kabul ediyorlarsa -ellerindeki bozulmuş İncillerde bulunmasa da- İsa’nın getirdiği gerçek vahiydeki seni müjdeleyen sözü kabullensinler ve sana tabi olsunlar. Bunu yapmazlarsa, yoldan çıkmış, günahkar/fasıklar olurlar,” anlamına gelir.
Eğer geçmiş kitapların hükümleri hala aynen ve eldeki mevcudiyeti ile geçerli olsaydı o zaman; ” Sana da (ey Muhammed!), daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab’ı(Kuran’ı) gönderdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma… ” ayeti ve bütün Kur’ân’ın gönderilmesine gerek olmazdı.
” İncil’e inananlar, Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsinler, ” ayeti bir gerçeği daha ifade eder: Peygamber Efendimiz zamanındaki Hıristiyanlar, bırakın Kur’an’a uymayı -bir din üzere olduklarını iddia ettikleri halde- içinde bazı hakikat kırıntılarının bulunduğu ellerindeki -muharref- İncil’e bile uymuyorlardı. Yani batıl dinlerinde bile samimi değillerdi.
Ya da bu ayet; “İncil’e inananlar, ellerindeki muharref İncil’deki Allah’ın gerçek vahyini bulup bozuk olanları ayıklayarak ona göre hükmetsinler. Ancak sana gönderdiğimiz Kur’an, zaten ellerindeki Tevrat ve İncil’in gerçek mesajlarını da içine almakta ve korumaktadır. Öyleyse sana tabi olsunlar,” anlamına da gelebilir; Allahu a’lem.
***
• ” Onlardan bir grup var ki, Kitâb’da olmayan bir şeyi, siz Kitâb’dan sanasınız diye dillerini eğip büker (uydurdukları sözleri, vahiymiş gibi göstermek için kelimeleri dillerinde bükerek okur, onları, kitâbın sözlerine benzetmeğe çalışır)lar ve: ‘O Allah katındandır,’ derler. Oysa o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler. ” (Âl-i İmrân Sûresi, 78)
İDDİA :
” Şu bir gerçek ki, Kur’ân’daki bu ayetler incelenirse; Tevrât’ın ve İncîl’in değiştirildiği ile ilgili değil, ona inanan insanların sadece yaptığı hatalarla ilgili olduğu anlaşılır.
G izlemek ve ‘tahrif etmek’ aynı şey değildir. Unutmak ve ‘tahrif etmek’ aynı şey değildir. Bilmemek ve ‘tahrif etmek’ aynı şey değildir. İnanmamak ve ‘tahrif etmek’ aynı şey değildir. İnkâr etmek ve ‘tahrif etmek’ aynı şey değildir. İnsanları Tanrı’nın yolundan çevirmek ve ‘tahrif etmek’ aynı şey değildir. Yanlış aktarmak ve ‘tahrif etmek’ aynı şey değildir. Yanlış yorumlamak ve ‘tahrif etmek’ aynı şey değildir.
Birçok kişi, Kur’ân-ı Kerîmi yanlış aktararak, Kutsal Kitab’ın değiştirildiğini ispat etmeye çalışıyor. Aslında Kur’ân-ı Kerîm, tam tersini öğretmektedir.
Kur’ân’da bulunan bu suçlamalar, Tevrât ve İncîl’in kendisiyle, yani metinle ilgili değil, bu kitaplara ‘sözde inanan’ kişilerin yaptıkları yorumlarla ve işlerle ilgilidir. Eğer insanlar bu hatayı yapıyorlarsa bunun faturasını Tanrı’nın sözlerine çıkarmamak lazım. Tanrı bir emir verir de insanlar buna uymaz veya yanlış uygularlarsa bu Tanrı’nın sözünün yanlışlığını göstermez. Yani bu suçlamalar Kutsal Kitab’a değildir; bu, kişilere yöneliktir. Mesela; bir Müslüman, Kur’ân’a aykırı birşey yaparsa, biz de o kişinin yaptıklarına, sözlerine bakarak ‘Kur’ân tahrif edilmiştir,’ diyebilir miyiz? Bu kabul edilir bir tavır olamaz. Çünkü mantık çift taraflı çalışır. O zaman Kur’ân-ı Kerîm’in, Yahudi ve Hıristiyanların Kutsal Kitapları ile ilgili eleştirilerine yeniden bakalım:
A. Bazı Yahudiler ve Hıristiyanlar, Kitab-ı Mukaddes’in
Ayetlerini Gizliyorlardı.
Bu, Kutsal Kitab’ın metinlerinin ‘tahrif’i ile ilgili birşey değildir.
Bakara, 42 : ‘…gerçeği bâtılla bulayıp hakkı gizlemeyin.’
Bakara, 159 : ‘…belirttikten sonra gizleyenler(var ya!)’
Bakara, 174 : ‘…indirdiği Kitap’tan birşey gizleyip…’
Âl-i İmrân, 71 : ‘…niçin…bile bile gerçeği gizliyorsunuz?’
Mâide, 15 : ‘…gizlediğiniz şeylerin çoğunu size açıklıyor…’
Mâide, 61 : ‘…Allah, onların gizlediklerini daha iyi bilir.’
En’âm, 91 : ‘…parça parça kağıtlar…çoğunu da gizliyorsunuz’.
” Ben dünyada misafirim; Emirlerini benden gizleme .” (Mezmur, 119:19)
” Sözünüzü ister gizleyin, ister onu açığa vurun (farketmez); çünkü O, göğüslerin özünü bilir. Allah yarattığını bilmez mi? O lâtiftir (bilgisi her şeyin içine geçen, herşeyi) haber alandır. ” (Mülk Sûresi, 13-14)
“Hiç kimse kandil yakıp bunu bir kapla örtmez, ya da yatağın altına koymaz. Tersine, içeri girenler ışığı görsünler diye onu kandilliğe koyar. Çünkü açığa çıkarılmayacak gizli hiçbirşey yok; bilinmeyecek, aydınlığa çıkmayacak saklı hiçbirşey yoktur. Bunun için, nasıl dinlediğinize dikkat edin.” (Luka, 8:16-18)
B. Bazı Yahudiler ve Hıristiyanlar Kitab-ı Mukaddes’in ayet-
lerini birkaç para karşılığında satıyorlardı.
Bakara, 41 : ‘..benim âyetlerimi birkaç paraya satmayın..’
Bakara, 79 : ‘…Kitâbı elleriyle yazıp, az bir paraya satmak…’
Bakara, 174 : ‘…Kitâbdan..onu birkaç paraya satanlar var ya..’
Al-i İmrân, 187 : ‘…attılar ve ona karşılık birkaç para aldılar’
Nisâ, 44 : ‘…Sapıklığı satın alıyorlar…’
Mâide, 44 : ‘…ve benim âyetlerimi az bir paraya satmayın!
Tevbe, 9 : ‘…Allah’ın âyetlerini az bir paraya sattılar…’
Prof. Dr. Süleyman Ateş ‘in Bakara, 79’uncu (Elleriyle bir kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için ‘Bu Allah katındandır,’ diyenlere yazıklar olsun!..) ayeti hakkındaki tefsiri şöyle:
‘Burada Yahudilerin, elleriyle yazdıkları Kitâp, Tevrât değil, onun ayetleri üzerinde yaptıkları tefsirler, şerhler, Tevrât âyetlerini arzuları doğrultusunda yorumlayarak meydana getirdikleri ahkâm kitâplarıdır. Yani Tevrât’ın tefsiri -ki, Talmut en meşhurdur- ve Mişnâ gibi fıkıh kitaplarıdır. Özetle; Bakara Sûresinin 79’uncu ayetinde geçen kitâp, Tevrât’ın kendisi değil, ona yazılan şerhlerdir. Cenabı Hak, Musâ’ya vahyedilen Tevrât’ın dışında, insanların kendi elleriyle yazdıkları kitapların, Allah’ın sözü olmadığını vurgulamaktadır. Tevrât kendisine gelince Kur’ân-ı Kerim, indiği sırada Yahudilerin ellerinde bulunan Tevrât’ın, Hakk’ın Kitâbı olduğunu söylemekte, onu doğrulayıcı olarak indiğini belirtmektedir.’ (S. Ateş, Yeniden İslâm’a İ, s.32-34).
G erçekçi olarak düşünmemiz lazım ki, gerçek mü’minler asla Tanrı’nın sözünü satamazlar. Ogüstin , bu konuda şöyle demişti: ‘İncîl, onu açıklayanların geçim kaynağıymış gibi satılacak bir meta değildir. Aksi halde büyük bir değer, yok pahasına satılmış olur. Halktan gerekli yardımı görsünler, ama kahyalıklarının karşılığını Tanrı’dan alsınlar. Halka İncîl’ i tanıtarak hizmet edip, bu hizmeti Tanrı uğruna yapanların ücretini ödemek halka düşmez. Bu kimseler, hak ettiklerini Tanrı’dan bekler ve Tanrı, onlara selameti bağışlar.’ “ (İannitto, Kilise Babalarından, s. 484-485; Ogüstin, Çobanlar Üstüne Vaaz, 46,5)
CEVAP :
1- Söz konusu ayetin; ‘Tevrât’ın ve İncîl’in değiştirildiği ile ilgili değil, ona inanan insanların sadece yaptığı hatalarla ilgili’ olduğu iddia edilmektedir. Zaten tahrifat(bozulmalar) da yapılan hataların neticesinde ortaya çıkmaktadır. “Kitapta olmadığı halde, kitaptan zannedilsin diye ayetler uydurmak ve yanlış yorumlara kalkışmak; Allah adına bile bile yalan söylemek” tahrifat değil de nedir? Bir şey “bile bile/kasıtlı” yapılıyorsa, bu sadece “hata” olarak geçiştirilemez. ” Mücahid, Şa’bi, Hasan, Katade, Rebi ‘, İbn Enes ; ‘ dillerini eğip bükerler ‘ ifadesini ‘ tahrif ederler, ‘ diye tefsir etmiştir.” (Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri / İbn Kesir, c.4, s.1288,)
2- “‘Gizlemek’ ve ‘tahrif etmek’, ‘unutmak’ ve ‘tahrif etmek’, ‘bilmemek’ ve ‘tahrif etmek’, ‘inanmamak’ ve ‘tahrif etmek’, ‘inkâr etmek’ ve ‘tahrif etmek’, ‘insanları Tanrı’nın yolundan çevirmek’ ve ‘tahrif etmek’, ‘yanlış aktarmak’ ve ‘tahrif etmek’, ‘yanlış yorumlamak’ ve ‘tahrif etmek’ aynı şey değildir,” denmektedir. Bunlar doğrudan tahrif etmek anlamına gelmese de, tahrifata götüren sebepler ve aşamalardır. Tevrat ve İncil de, bu sebeplerden dolayı tahrifata uğramış ve asliyetini zamanla kaybetmiştir. “Kur’an’ın eleştirisinin, Tevrât ve İncîl’in kendisiyle, yani metinle (bozulmamış vahiyle) ilgili değil, bu kitaplara ‘sözde inanan’ kişilerin yaptıkları yorumlarla ve işlerle ilgili” olması, tahrifat olmadığı ve olmayacağı anlamına gelmez. Bugün elde mevcut bulunan Tevrat ve İnciller’den bunu rahatlıkla anlamış bulunuyoruz.
S. Ateş ‘in, el-Bakara, 79’uncu ayetini tefsirinde; “Kur’ân-ı Kerim, indiği sırada Yahudilerin ellerinde bulunan Tevrât’ın Hakk’ın Kitâbı olduğunu söylemekte, onu doğrulayıcı olarak indiğini belirtmektedir,” demesi de neticeyi değiştirmez. Yani; Tevrat ve İncil’in tahrifata uğradığı apaçık bir gerçek olarak ortada durmaktadır. Hiçbir yorum bu gerçeği değiştirmez. Bir takım yorumlara sığınmanın hiçbir faydası yoktur… (İleride bütün delilleriyle bu hususu açıklayacağız.)
Ancak söz konusu ayetin tefsirini bir de Ömer Nasuhi Bilmen ‘den aktarmamız, bazı gerçeklerin iyice anlaşılmasına yardımcı olacaktır:
“Bu ayeti kerime, ehl-i kitaptan bir güruhun mücerret münkirane bir maksatla kitabullahın ayetlerini tahrif ve tağyire cüret etmiş olduklarını bildirmektedir. Şöyle ki: (Ve onlardan) ehl-i kitaptan, Yahudi bilginlerinden (bir fırka) Keab İbni Eşref, Malik İbni Sayf ve Hüyey İbni Ahtab gibi bir taife (de vardır ki, kitap ile) Tevrat’ın ve sairenin ayetleriyle (dillerini eğer bükerler) onları okurken tağyir ederler. Hâtemü’l-Enbiya Hazretlerinin evsafına ve recme ve saireye dair ayetleri tebdil ve tahrifte bulunurlar. (Onu) o tağyir ve tahrif ettikleri şeyi Allah Teala’nın inzal buyurmuş olduğu (kitaptan sanasınız diye) sizleri idlal etmek için bu fezihayı irtikab ederler. (Halbuki) o okudukları şey haddizatında ve onların itikadınca da (kitaptan değildir) kendilerinin uydurmasıdır. (Ve) buna rağmen sıkılmadan (derler ki o) okuduğumuz şeyler (Allah tarafındandır.) Kendi uydurma sözlerinin tarafı ilahiden inzal edilmiş olduğunu böyle iddiaya cüret ederler. (Halbuki o) uydurdukları şeyler (Allah Teala tarafından) inzal edilmiş (değildir) kendilerinin uydurma sözleridir. (Ve onlar) okudukları, söyledikleri o şeylerin yalan, kendi taraflarından uydurma olduğunu (bildikleri halde) sıkılmadan (Allah Teala’ya karşı yalan söylerler) bunun mesuliyetini hiç düşünmezler. Sırf dünyevi, âdi bir maksat için, yalnız kendi mevkilerini muhafaza için etraflarında bulunan cühelayı iğfale çalışırlar. Bir hakikat güneşinin lahuti ziyalarından muhitlerini mahrum bırakmak isterler. Ne müfsidane, ne düşmanane bir hareket!..” (Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, c.1, s. 401 – 402)
***
• “Yahudiler; ‘Hıristiyanlar, bir temel üzerinde(doğru yolda) değiller,’ dediler. Hıristiyanlar da; ‘Yahudiler bir temel üzerinde değiller,’ dediler. Oysa hepsi de Kitabı okuyorlar… ” (el-Bakara, 113)
İDDİA:
“Kur’ân’ın Bakara, 113. ayetine göre; hem Yahudiler hem de Hıristiyanlar, Tanrı’nın onlara verdiği kitapları hâlâ okuyorlar. Dikkat ederseniz, ‘ okuyorlardı, ‘ demiyor, ‘ Oysa hepsi de Kitabı okuyorlar, ‘ deniliyor. Arapça metinde geçen ‘ yetlûne (okuyorlar)’ fiili onların o zamanlar Tevrât ve İncîl’i okuduklarını, bu kitabın ellerinde bulunduğunu gösterir. Aksi takdirde, onların ‘bir vakitler onu okuduklarını’ belirtmek için geçmiş zaman kipi ‘ televne (okudular)’ kullanılması gerekirdi. Ama şimdiki zaman kipinin kullanılması, bu kitapların Hz.Muhammed’in zamanında sağlam olduğunu göstermektedir.” (Tevrât ve İncîl’de Tahrif Yoktur, s.7 / a. g. int. sitesi)
CEVAP:
Acaba, zikredilen ayetten kastedilen anlam; iddia edildiği gibi midir? Elbette, kastedilen anlam, iddia edilenden çok farklıdır. Şöyle ki:
” İbni Abbas ‘ın rivayetine göre; Necran’lı Hıristiyanlar Hz. Peygamber’e geldiklerinde, onlarla beraber Yahudi hahamları da geldiler ve Resulullah’ın huzurunda Hıristiyanlarla tartıştılar. Yahudilerden Rafi’ b. Hureymile ; ‘siz hiçbir şey üzerinde değilsiniz,’ diyerek Hz. İsa ‘yı ve İncil ‘i inkar etti. Necran’lı Hıristiyanlardan bir adam da, Yahudilere; ‘asıl siz hiçbirşey üzerinde değilsiniz,’ dedi ve Hz. Musa ‘nın peygamberliğini ve Tevrat ‘ı inkar etti. Bunun üzerine Allah Teala, mezkur ayeti inzal buyurdu. Her iki gurup da, kitabı okuyor ve inkar ettiği zatın (peygamberin) doğruluğunu kitapta görüyor. Yani Yahudiler, Tevrat önlerinde bulunduğu halde Hz.İsa’yı inkar ediyorlar. Halbuki Tevrat’ta, Musa (a.s.)’ın dilinden Hz. İsa’yı tasdik edeceğine dair hüküm vardır. İncil’de de, İsa (a.s.)’ın Musa(a.s.)’ı tasdik ettiğine dair hüküm vardır. Tevrat’ın, Allah katından geldiğini bildirmektedir. Fakat her iki gurup da, diğerinin sahip olduğu hakkı inkar ediyor.” (Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c.2, s.500)
“Eğer Ehl-i Kitap olarak Yahudiler Tevrat’a, Hıristiyanlar da İncil’e inanmış olsalardı, bu tür iddialarda bulunmazlardı. Çünkü her gelen kitap, kendinden önce gelen kitabı doğrulamış ve kendinden sonra gelecek kitabı da müjdelemiştir. Şu halde; her ikisi de doğru bir inanca sahip bulunmuyorlardı.” (a.g.e., mütercimin izahı, s.502)
Yahudi ve Hıristiyanların, ellerinde mevcut olan kitabı okuyor olmaları, bu kitapların tahrif edilmediğine kesin delil değildir. Bilakis; ellerinde okudukları mevcut kitaplarda birbirlerini tasdik eden hükümleri bulamıyorlarsa, tahrifat sözkonusu demektir. O takdirde; ” Oysa hepsi de Kitabı okuyorlar… ” ayeti; “Sözde Kitab’ı okuyorlar. G erçek Kitab’ı okuduklarını sanıyorlar. Eğer ellerinde okudukları kitaplar gerçek olsaydı, böyle bir ihtilafa ve inkara düşmeyeceklerdi,” anlamına gelir.
***
• ” İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde, nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar, inanmış kimseler değildir. ” (el-Maide, 43)
İDDİA:
‘Eğer Tevrat’ın aslı olmasaydı, Allah böyle buyurur muydu?’ diyorlar.
CEVAP:
Halbuki Cenab-ı Allah, bu ayette; onların tutarsızlığını ortaya koymaktadır. Bu ayetten; ‘Madem içinde Allah’ın hükmü bulunan gerçek Tevrat yanlarındaysa, seni nasıl hakem kılıyorlar? Ellerindeki Tevrat’a -gerçekse- niye güvenmiyorlar? İnandıkları ve ellerinde bulunan Tevrat’a göre onlar hakkında hüküm vermen de işlerine gelmiyor ve çekip gidiyorlar. Yani iki yüzlülük yapıyorlar. Halbuki onlar gerçek mümin de değildirler,’ manası anlaşılmaktadır.
“Bu ayet, zina eden iki Yahudi hakkında nazil olmuştur. Yahudiler, kendi elleriyle Allah’ın kitabını değiştirmişler ve evli kişilerin recmedilmesi emrini te’vil ve tahrif ederek, yüz sopa ve yüzü karaya boyayıp tersyüz olarak merkebe bindirme şekline çevirmişlerdi. Hz.Peygamberin Medine’ye hicretinden sonra, bu vaka cereyan edince, kendi aralarında dediler ki; ‘ G elin, (Hz.)Muhammed’in hükmüne baş vuralım. Eğer sopa ve yüzü siyaha boyama hükmü verirse, onu alalım ve Allah ile kendi aramızda hüccet kılalım. Allah’ın peygamberlerinden bir peygamber, bizim aramızda böylece hüküm vermiş olur. Eğer recm kararı verirse, O’na uymayalım.’
Hz.Peygambere gelip sorduklarında; Resulullah(s.a.v.) onlara; ‘Tevrat’ta recm konusunda ne görüyorsunuz?’ diye sordu. Onlar; ‘Biz zina edenleri sopalatırız,’ dediler. Abdullah ibn Selam dedi ki; ‘Yalan söylersiniz; Tevrat’ta recm vardır.’ Tevrat’ı getirdiler, ortaya yaydılar. Birisi, elini recm bölümünün üzerine koydu; bölümün öncesini ve sonrasını okudu. Abdullah ibn Selam dedi ki; ‘Elini kaldır!’ O, elini kaldırdı, görüldü ki; bu kısımda recm ile ilgili bölüm bulunmaktadır. (Bunun üzerine) Yahudiler; ‘Muhammed, doğru söyler; Tevrat’ta recm bölümü vardır,’ dediler. Resulullah(s.a.v.), onlara emretti ve zina eden (evli) iki kişiyi recmettirdi (taşlatarak öldürttü). Bu hadisi, Buhari ve Müslim tahric etmişlerdir.” (Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c.5, s.2342-2343)
Yani; Hz.Peygamber, onların hileli oyunlarına alet olmamış ve onları, inandıklarını söyledikleri hukuka göre yargılamıştır.
***
• ” İncil sahipleri, Allah’ın onda indirdiği (hükümlerle) hükmetsinler. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fasıklardır. ” (el-Maide, 47)
Yani; eğer gerçekten İncil’e inanıyorlarsa, hadi bakalım Allah’ın İncil’de bildirdiği gerçek hükümlerle hükmetsinler. O bozulmamış gerçek hükümleri ellerindeki İncillerde bulamayacaklarına göre ey Muhammed(s.a.v.); senin tebliğ ettiğin Kur’an’la (ki onda; İncil’in gerçek hükümleri de mevcuttur) hükmetmekten başka çereleri yoktur.
Veya; “İncil ehline İncil’i verdik ki, kendi zamanındaki milletler ona göre hüküm versin. Kendi kitaplarında(İncil’de) Hz.Muhammed’in gönderileceğine dair müjdeyi görünce, onu doğrulayıp uysunlar, demektir. Nitekim, Allah Teala, bir başka ayet-i kerimede şöyle buyurur: ‘ De ki; Ey Ehl-i Kitap! Siz, Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça (doğru) bir şey(yol) üzerinde değilsiniz ‘” (a. g. tefsir, s.2358)
***
• “‘ Ey Ehl-i Kitap! Siz, Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça (doğru) bir şey(yol) üzerinde değilsiniz’ de. Rabbinden sana indirilen(Kur’an), onlardan çoğunun azgınlığını elbette artıracaktır. Kafirler topluluğuna üzülme. ” (el-Maide, 68)
Bu ayet de, Ehl-i Kitabı, Kur’an’a tabi olmaya çağırmaktadır. Çünkü Tevrat ve İncil’i ‘hakkıyla uygulamak’; onların bozulmamış aslına ve bu kitaplarda müjdelenen Son Peygamber’e ve O’nun getirdiği Kur’an’a tabi olmayı gerektirir. Kaldı ki, bu ayetin son bölümünden de açıkça anlaşılacağı gibi; Tevrat ve İncil sahipleri, Hz. Muhammed(s.a.v.)’e indirilen Kur’an ile mükellef tutulmakta ve Kur’an’a inanmayanlar ‘kafir’ addedilmektedir.
Bu ayetlerden -zımnen- Tevrat ve İncil’in bozulmuş ve geçersiz olduğu anlaşılmaktadır.
Şayet Hıristiyan ve Yahudilerin ellerindeki kitaplar bozulmamış ve halen geçerli olsaydı ve bu kitaplara bağlı kalanlar iman ehli sayılsaydı, Allah(c.c.) şöyle buyurur muydu?:
” Eğer Ehl-i Kitap; iman edip (kötülüklerden) sakınsalardı, herhalde (geçmiş) kötülüklerini örter ve onları nimeti bol cennetlere sokardık. ” (el-Maide, 66)
***
• “….Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur….” (Yunus S., 64)
Önceki ayetlere bağlı olarak gelen bu ayetin bir kısmını alarak, İncil’in ve Tevrat’ın bozulamayacağına delil göstermektedirler. Halbuki hiç de öyle değildir. Ayeteki gerçek manayı anlamak için şimdi bu ayeti, önceki ve sonraki ayetlerle bağlantılı olarak okuyalım:
“Bilesiniz ki; Allah’ın dostlarına korku yoktur. Onlar, üzülmeyecekler de. / Onlar, iman edip de takvaya ermiş olanlardır. / Dünya hayatında da, ahirette de onlara müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.” (Yunus.S., 62-64)
” ‘Allah’ın kelimelerinde tebdil yoktur’ . Yani, Allah’ın bu vaadlerinde, bu müjdeli sözlerinde hiçbir değişme olmayacaktır. Allah’ın sözünü değiştirecek, O’nun verilmiş hükmünü, kararını uygulamadan kaldıracak hiçbir kuvvet yoktur, olması ihtimali de mevcut değildir. Mesela; Allah’ın korkma, mahzun olma dediğini korkutacak, mahzun edecek hiçbir güç ve geçerli engel yoktur. Allah da, asla verdiği sözden dönmez; verdiği sözü yerine getirir…Allah Teâlâ’nın, bu dünya ve ahiret için verdiği sözü, verdiği müjdeyi değiştirmesi ihtimali yoktur. Bunlar, ebedi müjdelerdir.” (Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, c.4, sh.496)
“Allah’ın sözlerinde/ayetlerinde asla bir değişiklik yoktur,” ayetini genel olarak anlasak bile, bu mana İncil ve Tevrat’ın bozulmadığına delalet etmez. O takdirde; ‘Allah, insanlığın kurtuluşu için gönderdiği evrensel hükümlerini, gönderdiği kitaplarda te’yiden beyan etmiş ve geçmiş ilahi kitaplar tahrif edilmiş olsalar bile, bütün ilahi kitapların ortak-evrensel mesajlarını son vahyi ile birlikte tazelemiş ve kıyamete kadar Kur’an’ı koruyacaktır,’ demek olur. ‘Allah, kendi kitabını korumaz mı?’ iddiasının kısaca cevabı da budur.
Bu husustaki iddiaların teferruatı ve gerekli cevabı aşağıda verilmiştir.
***
İDDİA:
“Allah’a inandığını söyleyip de, Allah’ın herşeye kadir olduğuna inanmayan hiç kimse yoktur herhalde. Allah herşeye kadir ise, öncelikle kendi sözlerini korumakta bunu göstermez mi?
İslam’cı yazar Ali Bulaç , bir kitabında şöyle yazıyor:
‘Geçmiş dinlerin ilahi olmakla birlikte zaman içinde asıllarını kaybettiklerini, bozulduklarını biliyoruz. Bu son din olan İslam, insanlık için de son mesajdır.
Dolayısıyla birinci derecedeki kaynağı olan Kitab’ın da muhafazası beşerin tedbir alışlarına bırakılamaz. Allah kendi kitabını ve dinini bizzat kendisi korumaktadır…’
Sayın Ali Bulaç ‘ın içine düştüğü büyük çelişkiye bakın: Hem geçmiş ‘dinlerin’ ve ‘kitapların’ ilahi, yani Allah tarafın d an gönderildiğini ancak asıllarını kaybedip bozulduklarını ileri süreceksiniz, hem de, ‘ Allah’ın kendi kitabını ve dinini bizzat kendisinin koruduğunu’ ileri süreceksiniz! Bunların ikisinin aynı anda doğru olması mümkün değildir. Eğer Allah kendi Kitabı’nı bizzat koruyorsa, Tevrat, Zebur ve İncil nasıl ‘bozuldu?’ Eğer bu kitaplar bozulduysa, Allah’ın kendi kitabını ve dinini bizzat koruduğuna nasıl inanabiliriz? Sayın Ali Bulaç , bu soruları nasıl yanıtlayacak? ‘Allah, ilk Kitaplarını korumadı, sadece son Kitab’ını ve Dinini korumaktadır,’ mı diyecek acaba? Tabii böyle bir yanıt, pek mantıklı olmasa gerek. Allah, kendi kitapları arasında neden ayırım yapsın? Neden, sözlerinin bir kısmının ‘bozulmasına, değiştirilmesine’ göz yumup, bir kısmının ise ‘bir harfinin bile bozulmasını’ engellesin?
Sayın Fethullah Gülen de, bir kitabında şöyle diyor: ‘Tevrat, İncil ve Zebur gibi aslı ilahi olduğu halde tahrife uğrayıp, içlerine beşer kelamı karışan bu kitaplarla, doğruyu bulmak ve bunlarla fikrî istikameti korumak imkansızdır…Cenabı Hakk, bu kitaplara koruma teminatı vermemiştir. Halbuki Kur’an hakkında: ‘Kur’an’ı Biz indirdik ve onu mutlaka Biz koruyacağız’ (Hicr Sûresi, 9) buyurarak hem ilahi referanstan hem de korumadan söz edilmektedir.’
Sayın G ülen ‘e göre, Allah yalnızca Kuran’ı ‘koruma teminatı’ vermiştir. Allah’ın, Kuran’ı koruyacağı nerede yazılı? Tabii ki Kur’an’da. Allah’ın Tevrat, Zebur ve İncil için ‘koruma teminatı’ verip vermediğini anlamak için de nereye bakmamız lazım? Tabii ki o kitaplara. Sayın Gülen , Kutsal Kitap’taki şu ayetleri görse acaba ne diyecek?:
‘Ot kurur, çiçek solar; fakat Allah’ımızın sözü ebediyen durur.’ (Eski Antlaşma / Tevrat, İşaya, 40:8)
‘Rabbin sözleri pak sözlerdir. Toprakta pota içinde kal olunmuş, yedi kere tasfiye edilmiş gümüş gibidirler. Onları sen tutacaksın, ya Rab! Onları bu nesilden ebediyen koruyacaksın.’ (Zebur / Mezmurlar, 12:6,7)
‘Gök ve yer ortadan kalkmadan, herşey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da nokta bile eksilmeyecektir.’ (İncil, Matta, 5:18)
‘Gök ve yer ortadan kalkacak, ama benim sözlerim asla ortadan kalkmayacaktır.’ (Matta, 24:35)”
CEVAP:
Yukarıdaki -ilk bakışta çok mantıklı imiş gibi görünen- iddialara gerçek ilahiyat ilmi, tarihi gerçekler ve akl-ı selim ışığında cevabımız şudur:
1- Herşeye kadir olan Allah, elbette ‘öncelikle kendi sözlerini korumakta bunu/kudretini göstermiştir’ . Ama bunu idrak etmek için Kur’an’a müracaat etmek gerekir. Allah’ın tahrif edilmemiş vahyini Kur’an’da bulabiliriz. Diğer ilahi kitaplar -yine Allah’ın takdiriyle- mensuh olduğundan doğal olarak korunmamış ve asıllarını kaybetmiştir. Belki de, korunmaması, tahrifat neticesinde çelişkilerle dolu birer kitap olmaları; insanlığın, Kur’an’a tam bir teslimiyetle bağlanmaları için gerekli görülmüştür…
2- Hal böyle olunca; ‘Allah, kendi kitapları arasında neden ayırım yapsın? Neden, sözlerinin bir kısmının bozulmasına, değiştirilmesine göz yumup, bir kısmının ise bir harfinin bile bozulmasını engellesin?’ denemez. Bugün Âdem(a.s.)’a gönderilen 10 sayfa vahiyle dini/dünyevi hayatımızı düzenlemek mümkün olmadığı gibi son ilahi kitap olan Kur’an’ın dışındaki kitaplarla da amel etmemiz mümkün değildir. Aksini iddia etmek; Cenab-ı Allah’ın, insanlığın ihtiyacına göre peygamberler ve yeni vahiy göndermesi hikmetine aykırı olur.
3- ‘Ot kurur, çiçek solar; fakat Allah’ımızın sözü ebediyen durur’; ‘ G ök ve yer ortadan kalkacak, ama benim sözlerim asla ortadan kalkmayacaktır,’ gibi sözler, Tevrat ve İncil(ler)’deki bozulmamış vahiy kırıntıları olarak kabul edilse bile bu; “Siz, elinizdeki kitabı tahrif etseniz de, Allah göndereceği yeni kitapla(Kur’an ile) vahyini tazeleyecek ve sözünü ebediyete kadar koruyacaktır,” demek olur.
***
• ” Bize indirilene de, size indirilene de inandık… Ayetlerimizi, kâfirden başkası inkâr etmez. ” (Ankebut Sûresi, 46-47)
İDDİA:
” William Shakespeare (M.S. 1564-1616) şunu doğru söyledi: ‘Yargılamaktan çekinin, çünkü hepimiz günahkârız.’ (Shakespeare, Henry Vİ, 3. Kısım) Kur’ân-ı Kerim’in kendi sözlerine bakılırsa şu görülecektir: Her kim Allah’ın ayetlerini inkâr ederse, o kişi bir kâfirdir. Bu husus sadece Kur’ân ile ilgili değildir. ‘Size indirilene de’ sözleri, Kur’an’a göre; Kutsal Kitap ile ilgilidir. Dolayısıyla; Kutsal Kitap için aynı şey söz konusudur. Çünkü o Kitaplar da Tanrı’nın Kelâmı, Tanrı’nın âyetleridir.”
***
• “Fir’avn âilesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibi, onlar da âyetlerimizi yalanladılar. Allâh da, onları günâhlarıyla yakaladı. Allâh’ın cezâsı şiddetlidir.” (Âl-i İmrân Sûresi, 11)
İDDİA:
“Kimin âyetleri söz konusu burada? Hz.Musa’nın. Burada söz konusu olan, Tanrı’nın Musa’ya vermiş olduğu Tevrât’ta bulunan âyetler! Mûsâ ve Firavun arasındaki çekişme Tevrât’ta yazılıdır. (Çıkış, 5-14 arasındaki bölümlere bakınız.) Firavun, Musa’nın sözlerini reddetmiş ve şiddetli bir cezaya çarptırılmıştı. Yani, her kim Tanrı’nın Tevrât’ta bulunan ayetlerini yalanlarsa, onların cezâsı şiddetli olacaktır.”
***
• ” İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; onlar da cehennemin halkıdır. Allâh, İsrâiloğulları’ndan söz almıştı…Bundan sonra sizden kim inkâr ederse, düz yolu sapıtmış olur. ” (el-Mâide, 11-12)
İDDİA:
“Bu ayetlerde söz konusu İsrailoğulları’ndan alınmış olan söz, Tevrât’tır. Bu ayetleri yalanlayanların cezası cehennemdir. Tevrât’ın ayetlerini inkâr edenler, Tanrı’nın doğru yolundan sapmış oluyorlar.”
CEVAP:
Yukarıda zikredilen üç ayet hakkında yapılan açıklamalar; tahrif edilmemiş Tevrat ve yine tahrif edilmemiş İncil için aynen doğrudur. Ancak bugünkü Tevrat ve İnciller söz konusu olduğunda, bu iddianın hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Çünkü ‘Allah’ın ayetlerini yalanlamanın cezasına’ çarpılmak için herşeyden önce ortada gerçekten ‘Allah’ın bozulmamış vahyi’ olması gerekir. Ne var ki, bugünkü Tevrat ve İnciller için bunu söyleyemiyoruz…
***
• ” O, sana, kendisinden öncekileri tasdik edip doğrulayan bu kitabı hak ile indirdi. Daha önce insanlara hidayet olarak Tevrat’ı ve İncil’i de O indirmişti. Evet, bu Furkan’ı da o indirdi… ” (Âl-i İmran Sûresi, 3 – 4)
Bu ayetten, bugün mevcut bulunan Tevrat ve İncil(ler)’in de hak olduğunu çıkarmak isteyenlere karşı ayetin tefsirine bir göz atalım:
“Ey Muhammed! Allah, sana bu kitabı, hak ve hukuk sebebiyle, hak ve hakikatı içermiş olarak, önündekileri tasdik etmek üzere hakikatın gereklerine ve olayların akış şekline göre peyderpey indirmektedir. Ve bundan önce indirilenler arasında bilhassa Tevrat’ı ve İncil’i indirmişti. Bunların hepsi insanlara hidayet içindir. Böyle buyurmakla ilâhî gözetim ve yönetim altında Rablığın kanunlarına uygun olarak peygamberliğin tekamülünü ve Hz.Muhammed’in peygamberliğinin ilk defa ortaya çıkan bir peygamberlik olmadığını ve Kur’ân’ın hakikatı tasdik olunmayınca önceki kitapların da hakkıyla anlaşılıp tasdik edilemiyeceğini, bundan dolayı da Hz.Muhammed’in peygamberliği tasdik edilmedikçe önceki peygamberlerin de hakkıyla anlaşılıp tasdikine bir delil ve şahit bulunamıyacağını, o zaman da insanların dalalet ve sapıklık içinde kalacağını göstermiş; Kur’ân’ın ve Hz.Peygamber’in mucizelerinin bu anlamda hakem rolünü üstlenmiş olduğunu açıkça bildirmek için de bu hükmü ‘ O, Furkan’ı da indirdi ‘ kısmı ile nass olarak karara bağlamıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’in, daha önceki kitapları ve gelmiş geçmiş bütün peygamberleri tasdik edişi, çeşitli yönlerden gerçekleşmiştir:
Birincisi : Önceki kitaplar ve daha evvel gelmiş olan peygamberler, ileride büyük bir peygamberin geleceğini haber veriyor ve vaad ediyorlardı. Kendi irşadlarını ilerdeki böyle bir kemâl hedefine yöneltmiş olduklarından, Kur’ân ve Hz. Muhammed’in peygamberliği ortaya çıkmasaydı, onlar batıl bir fikir veya hayal üzerine kurulu anlamsız bir ideoloji üzerinde yürümüş olurlardı. Hatta boş vaatlerle halkı kandıran, yalan ve yanlış fikirlerle insanları oyalayan, aldatan yalancılar durumuna düşerlerdi. Kur’ân’ın gelmesiyledir ki; daha önceki devirlerde bir ideoloji halinde yayılmış olan bu gayb haberlerinin, ancak bu sayede bir vahiy haberi ve Allah’tan gelen bir hak bilgi olduğu gerçekleşmiştir. Ve böylece Kur’ân, yalnızca Hz.Muhammed’in peygamberliğini değil, bunun içinde zımnen bütün önceki peygamberlerin peygamberliğini de tasdik ve isbat eden bir furkan-ı mübîn olmuş ve Allah’ın bütün kitapları, bütün peygamberleri arasında karşılıklı olarak birbirlerini tasdik ettikleri ve birbirlerine şehadet getirdikleri konusunda bir tekamül ve işbirliği, bir dayanışma bulunduğu kurumlaşmıştır. Ve hepsinin başında; ‘ Allah onlardan bir kısmına yüce dereceler vermiştir ‘ (el-Bakara, 253) âyetinin delaletince, peygamberlerin sonuncusunu tayin eden bir ilâhî ferman şeklinde gelmiştir.
İkincisi : Kur’an, önceki kitapların iman ve Allah’ın birliğine davet eden, adaleti ve ihsanı emreden, peygamberlerin ve eski ümmetlerin yaşayış ve tarihlerinin, haber ve eserlerinin başka başka olmasıyla değişmeyecek olan temel hükümler gibi muhkem ilkelerini güçlendirerek ve genişleterek yeni baştan yürürlüğe koymuş ve hikmet-i teşrîi gereğince zamanların ve mekânların ve yükümlü milletlerin özelliklerine uygun düşecek şekilde hak ve hayır açısından onların işlerine yarayacak hükümleri ve şer’î ayrıntıları yeniden tanzim ve ta’dil ederek hak dini, bütün zaman ve mekanlarda ve bilcümle ümmet ve toplumların hayatında geçerliliğini sağlayan geniş kapsamlı bir teşrî ilmi de öğretmiştir. Böylece ilâhî kitapları öncekinden sonrakine aralıksız olarak birbirlerinin tasdikinden ve yürürlük alanından geçirerek süzmek sûretiyle hepsinin doğru ilkelerini hakkıyla kendi uhdesine almış ve yüklenmiş bulunduğundan, önceki kitaplardan ve şerîatlardan Kur’ân’ın şehadeti ile tasdik edilmedikçe ne peygamberliklerinde, ne de o kitapların delaletlerinde hak oldukları tasdik edilemez. Yani geçmiş devirlerde yaşamış olan önceki peygamberlere gönderilmiş olan ilâhi temyiz ve tefrik açısından son tasdik mercii Hatemü’l-Enbiya Hz.Muhammed-Mustafa ile Kur’ân-ı Hakim’in, muhkem âyetlerle ortaya konmuş hükümleridir. Bu mânâ, Fıkıh Usûlü ilminde şu teşriî kaidesi ile ifade olunur: ‘Bizden öncekilerin şerîatleri bizim de şerîatimizdir. Fakat Allah ve Resulü tarafından tasdik edilmiş olarak nakledilmek şartıyla.’
Hasılı; Allah, Furkan’ı da indirmiş, hakkı batıldan hayrı şerden ayırmış; yollarını, kanunlarını tayin etmiş; alâmetler, işaretler, deliller, âyetler de ortaya koymuş; her birinin hükmünü, gerekli sonucunu başka başka yapmış; uygulamasını kendi gözetimi ve denetimi demek olan kayyûmiyetiyle iradesi ve meşiyeti altına almıştır.” (Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, c.2, s.295 vd.)
***
Buraya kadar izahına çalıştığımız bu konuyu, Allah’ın Son Peygamberinin mübarek sözleriyle noktalayalım:
” Ehl-i Kitaba bir şey sormayınız. Çünkü onlar, sapıtmış oldukları için sizi hidayete eriştiremezler. Eğer siz böyle yaparsanız, ya batıl sözü doğrular, ya da doğru bir sözü yalanlamış olursunuz. Allah’a yemin olsun ki, eğer Musa bile hayatta olsaydı, O’nun bile bana uymaktan başka yapacağı bir şey yoktur. ” (Müsned, İİİ.338 / Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, İ.386 / ed-Durru’l-Mensur, İİ.85 / Ruhu’l-Meani, İİİ. 210)
” Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, eğer Musa Peygamber sizin aranızda olsaydı da, O’na tabi olup beni terketseydiniz; sizler bu halde, kesinlikle sapıtanlardan olurdunuz. Halbuki, Musa(a.s.) hayatta olup yaşasaydı, O’nun bile bana tabi olmaktan başka yapabileceği birşey olmazdı. ” (Darimi, Sünen, Mukaddime, bab: 46 / ed-Durru’l-Mensur, İİ.84 / Ruhu’l-Meani, İ.244)
Bütün bu delillere rağmen, Peygamber Efendimiz zamanında Tevrat ve İncil’in, bozulmamış ve sapasağlam bir halde mevcut olduğunu varsayalım…Bugün elde mevcut olan Tevrat ve İnciller, çelişki ve hatalarla dolu olduğuna göre, demek ki; bu kitaplar -daha sonradan- tahrifata uğramaktan kurtulamamışlardır. Nasıl mı? Göreceksiniz; ileride gelecek başlıklar altında bu gerçeği kesin delillerle ispatlayacağız ve hayretler içinde kalacaksınız. Böylece; bugünkü Yahudi ve Hıristiyanların, ellerindeki mevcut kitaplarını, bozulmamış ilahi kitaplar olarak göstermeleri için -hiç de inanmadıkları- Kur’an’dan deliller getirmeye çalışmalarının ne kadar anlamsız ve komik olduğunu kesinlikle anlamış olacaksınız…. (*)
(*): “Kutsal kitap olarak, Yahudilikte, İbranice Kitab-ı Mukaddes vardır. Bu, Hıristiyanların elindeki Eski Ahit’ten farklıdır; (ancak ilk beş kitap aynıdır.) Hıristiyanlar, İbranice metinde bulunmayan bazı kitapları, ona eklemişlerdir. Uygulamada bu fark, inanç konusunda fazla bir değişikliğe yol açmamaktadır. Ne varki Yahudilik, kendisinden sonraki hiçbir vahyi kabul etmemektedir.” (Kitab-ı Mukaddes, Kur’an ve Bilim, s. 1,2 )