Söz Namustur

 İnsanlar var insancıklar var bu dünyada. Allah kendilerini yaratmış lütfetmiş, değer vermiş, sevgi yağdırmış üstlerine öbek öbek. Ama ne yazık ki yüz kişiden bir ya da iki kişi var bunun idrakinde olan. Ne diyeyim, Rabbim iflah eylesin. Amin.

Bu sıralar bazı iş görüşmelerinde bulundum. Hem kendime hem de eşime (yükünü hafifletme babında) yardımcı olmaktı gayem. İnsanların ne kadar çiğ, nafile, edepsiz ve basit olduğunu zaten biliyordum da, belki biraz düzelme vardır, kendilerine biraz çekidüzen vermişlerdir, diye ümit ediyordum. Siz kendi vasıflarınızı sayıyorsunuz ve şartlarınızı söylüyorsunuz önce. Sizi dinledikten sonra özellikle maaş söz konusu olunca hemen basitleşiveriyorlar. Muhasebe işleri yapılacak, telefon trafiği aksatılmayacak, prezentabl ve düzenli görünülecek, yabancı dilden bir şeyler bilinecek, müşteri ile güzel ilgilenilecek, şirketin satışları düzeltilecek vs.. Karşılığında alacağınız ücret en fazla 400 ytl. Ha unutmadan; sabah 08.00, akşam 18.45 mesaisi asla değişmemeli. Hatta eleman mümkün mertebe geç çıkmalı ki göze girsin. Sadece göze girsin… Yani (çok çok afedersiniz), eşşek gibi (hem de iki ş’li) çalışacak, ses çıkarmayacak, izin istemeyecek, çıkış saatlerinizi sürekli uzatacaksınız ve alacağınız parayı da kuyruğunuzu kısa kısa harcamanın yollarını bulacaksınız. Çünkü başka türlüsüne müsaade yok. Yine böyle bir işyerinin sorumlu asistanı olarak çalışmak üzere bir firmayla görüştüm geçen hafta. Bu sefer benim şartlarımı kabul etmesi halinde işe başlayacağımı söyleyip telefonumu bırakmıştım. Adam mecbur kalmış olmalı ki beni aradı ve “şartlarınız kabulümdür gelin başlayın” dedi. Ben de gidip işbaşı yaptım. İlk gün gerçekten çok yorucu oldu. Çünkü son beş yıldır hiçbir cari hesap takibi ve düzeni yapılmamış. Gelen kızcağızlar, telefona bakıp, dükkanı bekleyip gitmişler. Akşam eve geldiğimde müthiş yorulduğumu fark ettim. Ama bir yandan da huzurluydum. Gece kendi kendime planlar yaptım. Kısa zamanda toparlayıp şirketin düzenini sağlayacağıma inancım tamdı. Hatta satış parametresini yükseltmek için projelerim vardı. Çünkü sadece düzensizlik ve başıboşluluk etkiliyordu satışları. Ertesi sabah evden biraz erken çıktım daha erken varayım diye. Ama bindiğim dolmuş 10 metre gitmeden kaza yaptı. Polis gelip trafik açılana kadar, vakit bayağı ilerlemişti. Şoförden paramı geri alıp başka bir dolmuşa bindim ama trafik yoğun olduğundan, yine aynı saatte varabildim işyerine. Tam üzerimi çıkarıp masama oturayım derken sekreter hanım “Cemile abla konuşabilir miyiz” diye beni yanına çağırdı. Patron, “mesai konusunda anlaşamıyoruz, benim de ona söylemeye yüzüm yok, yarın gelmesin”, dedi”. “Bunu sana ben söylediğim için üzgünüm, çünkü seni sevmiştim. İnşallah sana değer verecek birileriyle çalışırsın” dedi. Aslında biraz tuhaf oldum ama sakin ve metanetli olmak gerekir böyle anlarda. Seccademi, terliğimi, havlumu çantama koyup sekretere “Patronuna, benimle bir akit yaptığını ve bu akdi kendisinin bozduğunu, kalbimin eğrildiğini ve hakkımı helal etmeyeceğimi söyleyin” diyerek oradan ayrıldım.

Aslında beni üzen, sorun ne ise ya da ne olmasını istiyorsa, bizzat benimle muhatap olmaması ve yüzüme söylememiş olmasıydı. Ismarlamalardan nefret ediyorum. Sözlerin yerine getirilmemesinden nefret ediyorum. Çünkü benim kitabımda söz namustur. Hele insanların bir konuda anlaşma yaptıktan sonra geri dönmelerini hiçbir mazeret temizlemez. Eğer bu yazımı eskaza okuyan işverenler olursa, bilsinler ki yatacak yerleri yok kendilerini düzeltmedikçe. Bir işverenin; çalıştırdığı elemanına müreffeh bir hayat sunmaktan haz alıp, gurur duyması gerekirken, tam tersi ona verdiği yetersiz ücreti bile çekemediğini ya da o garibana layık görmediğini(sana bu ücret çok bile der gibi) düşünüyorum. Sanki bu ücret bir emeğin karşılığı değil de sadaka… Ve işçiler aynı şekilde bu haksızlık ve caymalara göz yumarlarsa aynı akıbet onları da beklemektedir. Lütfen, hiçbir şey için geç kalmayalım. Çünkü gözümüzün kapanmasıyla, ebedi hayatın kapısını aralamış olacağız. 

YORUM GÖNDER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz