Araştırmacı Hasan KÖSE ile “Karadeniz ve Şalpazarı kültür ve folklorünü konuştuk.
-Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
1966 Şalpazarı Geyikli’de doğdum. Koryanalı Hüseyin(Köse)’nin oğluyum. İlk ve Ortaokulu Trabzon, liseyi Samsunda bitirdim. 1996’da, Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi -Tarih Bölümünü- bitirdim. Aynı yıl Amasya’da tarih öğretmeni olarak göreve başladım. 1997’de Amasya Taşova’da Eğitim Bir’i kurdum. 2000’de Trabzon’a tayin oldum ve Trabzon Eğitim Bir-Sen’de Başkanlık yapmaya başladım. 2004’te İstanbul’a tain oldum. 2005-2007 arası Mazlum-Der Genel Yürütme Kurulu üyesi ve Marmara Bölge Koordinatörlüğü yaptım. SAGEM, YERYÜZÜ dernekleri ve SİMURG eğitim araştırma şirketi adına tarih, kültür, kimlik, gençlik ve kimlik oluşumunda oyun ve oyuncakların rolü, üstün yetenekli çocuklar konularında aştırma guruplarında çalıştım. Halen Üsküdar İMKB Kız Meslek Lisesi’nde tarih öğretmeniyim. Yazılarımdan bazıları Alık Özgün İrade, Yarın, ve Ağasar dergilerinde Yeni Şafak ve bazı Internet sitelerinde yayınlanmaktadır. Ağasarlı birkaç öğrencimin talebiyle Üsküdar İMKB Kız Meslek Lisesi “Ağasar Horipsin Ekibi” kurduk. İstanbul’da yapılan Halk Oyunları Yarışmalarına katıldık. İki defa il ikinciliği, 2009’da da Marmara Bölge ikinciliğini aldık. Bu ekibin çalışmalarının yaptığım araştırmalarla eş zamanlı olmasıyla halk oyunları özelinde sosyal etkinliklerin gençlerdeki müspet katkılarını gözlemlememe fırsatı buldum.
BİZ, DEĞİRMEN GÖRMEMİŞ, SIRTINDA “ZAHRA” TAŞIMAMIŞ, YAPRAK BUDAMAMIŞ, “ÇANGAL” DİKMEMİŞ, GAYTAN ATMAMIŞ, ÇARIK GİYMEMİŞ, TAFLAN MECİSİNE GİTMEMİŞ İNSANLAR, BU KÜLTÜRÜ ÜRETMEYE DEVAM EDEMEYİZ… BİZ ANCAK OTANTİK OLANI AYNEN TESPİT EDER, OLDUĞU GİBİ KORUR VE YANSITIRSAK, ASLIMIZA SADAKAT GÖSTERMİŞ OLURUZ.
-Genel sekreteri olduğunuz AHOD (Ağasar Halk Oyunları Derneği) hakkında bilgi verir misiniz?
AHOD’u üç yıl önce kurduk. Kurucu başkanı Sayın Mehmet Kandazoğlu’dur. Ben, şimdi olduğu gibi o zaman da genel sekreterdim. “İhtiyar delikanlılar”, 1960’larda İstanbul’da Dorukkiriş ve Doğancılı 5-6 kişi olarak bir araya geliyor, eskiden beri teptikleri horana devam ediyorlar. Ağasar Erkek Horan Ekibi “İhtiyar Delikanlılar” böyle oluşuyor. Ekibin harikulade horan’ı, fark ediliyor ve bazı gazinolarda sahneye çıkmaya başlıyorlar. Aralarından bazıları vefat edince ara veriyorlar. Sonra 1990’lı yıllarda yine bir araya gelip horan tepince, yerel bir televizyon kanalı çekim yapıp yayınlıyor. Bu insanların dikkatini çekiyor, yoğun talep üzerine yeniden çalışmaya başlıyorlar. Kaybolmak üzere olan bir kültürü küllerinin içinden yeniden ateşliyorlar. Babamın (Hüseyin Köse) ahbapları bunlar. Çalmışlar, söylemişler, oynamışlar. İhtiyar delikanlılar, “son horancıları”, ben İstanbul’a geldiğim yıl Kirazlıtepe’de buldum. Biz, değirmen görmemiş, sırtında “zahra” taşımamış, yaprak budamamış, çangal dikmemiş, gaytan atmamış, çarık giymemiş, taflan mecisine gitmemiş insanlar, bu kültürü üretmeye devam edemeyiz. Bizim bugün ürettiğimiz biraz onlara benzese de, başka bir şeydir. Bizim kulaklarımız, estetik duygularımız karışık. Dış dünyadan, ulusal ve ulus ötesi kültürlerden, medya vasıtasıyla çok etkilendik ve şekillendik. Biz ancak otantik olanı aynen tespit eder, olduğu gibi korur ve yansıtırsak, aslımıza sadakat göstermiş oluruz.
ÖZELDE, AĞASAR KÜLTÜR VE YARDIMLAŞMA DERNEKLERİ ELİYLE AĞASAR KÜLTÜRÜ; GENELDE DE, KARADENİZ DERNEKLERİ ELİYLE KARADENİZ ETNİK KÜLTÜR’Ü YOZLAŞTIRILMAKTADIR.
-İstanbul’da kültür ve yardımlaşma derneği adı altında çok sayıda dernek var. Özellikle Kirazlıtepe civarında da Ağasar dernekleri varken neden AHOD kuruldu? İlişkileri nasıl?
Sosyal ve dayanışma yönüyle son derece başarılı olan bu dernekler; kültür, kimlik ve eğitim konularında ciddi hatalar yapıyorlar. Özelde, Ağasar Kültür ve yardımlaşma dernekleri eliyle Ağasar kültürü; genelde de, Karadeniz dernekleri eliyle de Karadeniz Etnik Kültür’ü yozlaştırılmaktadır. Dernek Yönetimleri; Kültür, kimlik ve eğitim konularına ehemmiyet vermiyorlar. Kültürü yılda bir gece düzenleyip, eğlenmek olarak anlıyorlar. Daha da ötesi, ciddiye almıyorlar. Çocuklar ve gençlerle ilgili hiçbir projeleri ve çalışmaları yok. Geriye lokal olarak kullanılan derneklerin yılda birkaç bayram ve eğlencesi kalıyor. O da öylesine, “horan mı horan, kemençemi kemençe, türkü mü türkü” aslını asaletini aramaksızın oldu sayıyorlar. Bu gün kemençenin yaşayan üstatları barlarda sanat müziği icra ederek yaşamlarını sürdürmeye çalışırken, hemşeri dernekleri sahip çıkmak için hiçbir şey yapmıyor. Kültür ve sanatta seçici davranmıyorlar. Kültür meselelerinde Akademik danışmanları yok. Daha da ötesi böyle bir dertleri yok. İstanbul’daki Ağasar dernekleri AHOD imkanını kullanmıyor, işin orijinalinin bilimsel bir disiplinle yürütülmesi gerektiği kaygısını taşımıyorlar ve Ağasar kültürünü popüler kültüre kurban ediyorlar. Abdestsiz namaz kılma hikayesi gibi. Bektaşi sorar “hocam abdestsiz namaz olur mu?” Hoca hışımla, “haşa olmaz der.” Bektaşi “ben kıldım oldu” der. Halk oyunları için figür uydurup sonrada “oldu” diyorlar. Dışarıdan bakanlar, bunun otantik Ağasar kültürü olup olmadığını bilmez. Ağasarlı olmak, bize oyun ve figür uydurma hakkı vermez. Kendi köyünde ninelerinin ve dedelerinin oyunlarını seyredip öğrenerek oynamak, yetmiyorsa komşu köyden, yine yetmiyorsa komşu ilçeden bakıp ekleyerek geliştirmeye çalışmak orjinali korumak için doğru yol olmasına rağmen, “yahu bunlar aynı şeyi oynayıp duruyor, sıkıldık artık, bu figürleri değiştirelim” diyebilecek kadar cahilce laflar edebiliyorlar. Sıkıldıysanız Trabzonun başka ilçelerinin oyunlarını oynasınlar deseniz, “biz Ağasarlıyız o zaman ne farkımız kalacak” diyorlar. Hulasa uydurarak yeni bir Ağasar folkloru oluşturdukların ve bunun da kendi kültürlerine ihanet olduğunun farkında değiller. Halkoyunu ekibini bir köyden kuramazsınız. Bir ekip için en az dört oyun gerekir. Figür uydurarak “oyun kurduk, ekip oluşturduk”, diyemezsiniz. Bilenler bilir, bu komik bir şeydir.
-Bu dernekler içinde doğrusunu yapan ya da yaklaşan var mı?
Sayvançatak Derneği, doğru yapıyor. Ağasar’ın horipsin ve dik horanının yanına Trabzon genelinden oyun ve farklı figürler koyarak oynuyorlar. Bu doğrusudur. Derneklerin figürlerinde otantik olmayan figürler ve tavırlar var. Çoğu uydurma. Çocuklar bu uydurulan oyunları güzel oynuyorlar. Fakat güzel oynanması, bu oyunların folklorik yapmaz. Etnik nosyonlu modern dans yapar. Anadolu Ateşi gibi. Oysa kültür derneklerin görevi, otantik olanı korumak ve yaygınlaştırmaktır. Gerçek “horan”; değirmende un öğüten, dere kıyısında çamaşırını yıkayanların teptikleri horandır. (Özellikle teptikleri diyorum) Şu anda 60-70 yaşında olan ve hiçbir halk oyunu ekibinde oynamamış, doğal bir köylü kadınının oynayabildiği oyunlar ve figürler, o kültür havzasını temsil eder. Onu gidip alıp, filmini çekip, fiksleyip oynamak gerekir. Yoksa kesip biçmekle, uydurmakla olmaz.
ŞALFED’İN, HEMŞEHRİLİK ÜZERİNDEN BİR GURBETÇİ DAYANIŞMASININ ÖTESİNDE BİR FAALİYETİ YOK. METROPOLÜN SOFİSTİKE SORUNLARI KARŞISINDA ASLINDA GÜÇLERİMİZİN YETECEĞİ BİR ÇOK ŞEY YAPILMAMAKTADIR. ÖRGÜTLÜ GÜCÜN NİMETLERİ OLARAK ELDE EDİLEBİLECEK BİR ÇOK TOPLUMSAL YARARLARA ULAŞMAKTAN ÇOK UZAKLAR.
-ŞalFed’in konumu ne, bir hareket getirdi mi?
ŞALFED’in kuruluşuna destek verdik. Faaliyetlerine destek veriyoruz. Bekledik ki, federasyon olarak dernekleri ve ilgilileri harekete geçirirler ve onlarla biraz daha nitelikli şeyler yaparız. Ancak olmadı. Olmuyor. Bu üçüncü dönemi oldu. Şu ana kadar kültür, eğitim ve folklor konularında yaptıkları tek şey Ağasar kadın kıyafetini tescilletmekten ibaret. Bunun da bir tespit olmanın ötesinde fazla bir anlamı yok. Çünkü Ordudan, Rize ye kadar, hatta Çorum, Sinop, Kastamonu, Amasya da bile benzerliği yüzde doksanlara varan kıyafetlerdir. Özgün olmaya özgün ve otantiktir. Ancak, yalnız Ağasar’a aitte değildir. Ayrıca bu arkadaşlar hala Ağasar’ın otantik erkek kıyafetini sekizgen şapka, İngiliz kilit ya da düz ütülü pantolon, topuklu kösele ayakkabı sanıyorlar. Esas ciddi araştırma ve tespitin erkek kıyafetlerinde yapılması gerekir. Halen yöre kadınlarının zevkle giymeye devam ettikleri ve üretimi devam eden kıyafetlerin “ben buldum ben buldum” diye fotoğraflayıp tescil ettirmek işin kolayına kaçmaktır. Devamlılığı olan kurumsallaşmaya yönelik, projeleri yok. Anlık düşünüyorlar. Dernek sayılarında niceliksel bir artış var fakat nitelik birbirini taklitten ibaret. Kendilerini tanımlayıp faaliyet alanlarını belirlerken, sivil toplum örgütü olarak birer Trabzon örgütü mü, İstanbul örgütü mü oldukları konusunda bir konsantrasyonları yok. Kısacası hemşehrilik üzerinden bir gurbetçi dayanışmasının ötesinde bir faaliyetleri yok. Metropolün sofistike sorunları karşısında aslında güçlerimizin yeteceği bir çok şey yapılmamaktadır. Örgütlü gücün nimetleri olarak elde edilebilecek bir çok toplumsal yararlara ulaşmaktan çok uzaklar.
BİR MÜZİK ESERİNİN KARADENİZLİ BİRİ TARAFINDAN KARADENİZ AĞZIYLA SÖYLENMESİ, O MÜZİĞİ KARADENİZ MÜZİĞİ YAPMAZ…KIBLEYE “KIÇINI DÖNEN” KUZEYİN ÇOCUKLARI DA, KUZEYİN OZANI DA, SANATÇISI DA OLAMAZ.
-Folklorik değerlere saygı ve temsil açından ulusal sanatçıların durumu nedir?
Fazıl Say, bir İdil Biret, tartışma götürmez büyük sanatçılardır. Ama bu toprakların ozanı değildirler. Ozan; sesini milletinin gırtlağına ayarlayabilendir. Millet ozanını, bağırdığında onlarca koyunun içinde kuzusunu tanıyan koyun gibi tanır. Kendileri Karadenizli ancak ürünleri folklorik kıymet taşımayan icracılar etnik müzik hafsalamızı tahrip ediyor. Kendileri Karadenizli, ağızları da Karadeniz’in bazı yörelerinin ağzı ama söyledikleri eserlerin içeriği ve müzik formu halk müziği değil ritim kalıpları farklı pop, rep, hip-up, arabesk, taverna. Zaten çoğu da sanat değil, müzikalite yok, içerik hem folklorik dilden mahrum hem de ahlaki kaygı taşımıyor. Ucuz müzik. Ben, bunlar olmasın demiyorum. Etnik Karadeniz Müziği değil diyorum. Türü neyse üstüne onu yazsınlar. Bir müzik eserinin Karadenizli biri tarafından Karadeniz ağzıyla söylenmesi o müziği Karadeniz müziği yapmaz. Bir de etnik müzik yapmadığını ifade eden Karadeniz nosyonlu güzel popüler müzik yapanlar var ki, onlarda sanatla aldıkları mesafeyi milletin temel değerlerine söverek siyaset yapanların ağzıyla konuşarak tüketiyorlar. Kıbleye “kıçını dönen” kuzeyin çocukları da, kuzeyin ozanı da sanatçısı da olamaz. Klipler yaparken ve televizyon programlarında halk oyunları ekipleri oynatıyorlar fakat onlara karşı asgari nezaketi bile gösterip aramıyorlar. Kliplerinde resmen çalma ekip gösterilerine yer veriyorlar. Sanki yayla pazarından çekmiş gibi kullanıyorlar. Hiç utanmadan yayılıyor. Hiçbir hukuk tanımıyorlar. Anonim ya da eski ozanların türkülerini ya aynen yada ufak değişikliklerle kendi adlarına kaydediyor. Ve orta yerde adamız diye geziyorlar. Bir tanesi yaptığı tv programına bir lise’nin on dört kişilik otantik bir Trabzon ekibi çağırıyor. Söz verdiği yüz liralık servis parasını ödemiyor. Unutmuş olabilir diye hatırlatılıyor ancak ödemiyor. Bazıları da yüz liralık sanatçı…
YEREL TELEVİZYONLARA, TELEVİZYON CİHAZINI AÇTIĞINIZDA KARŞINIZA ÇIKTIĞI İÇİN TELEVİZYON DİYORUZ. TELEVİZYON FALAN DEĞİLLER, HERHANGİ BİR DÜĞÜN SALONUNA KAMERA KOYMAKLA TELEVİZYON OLUNMAZ.
-Karadeniz medyası bu olan bitenlerin neresinde duruyor? Yöre kültüründeki yeri ve rolü nedir?
Karadeniz televizyonlarını on yaşın altındaki çocuklara seyrettirmek, ahlaken uygun değil. Aile kurumunu hiçe sayan, nikahı yok sayan, alkol ve fuhşu özendirici, sözler ve görüntüler kültür, estetik ve sanatsal kaygılardan uzak programlarla dolu. Pedagojik açıdan kesinlikle sakıncalı. Kendi ellerimizle kendi kültürümüzü yok ediyoruz. Ve bunun denetim mekanizması yok. Maalesef Karadeniz Etnik müziği yapan ritim kalıpları uygun çalışmalar yok denecek kadar az. Hayatında kemençe yada tulum eşliğinde türkü söylememiş, bağlamacılar Karadeniz’in büyük sanatçısı olarak anılıyorlar. Doğrusu Karadenizli sanatçılar olmalarıdır. Örneğin Orhan GENCEBAY bence büyük sanatçıdır ve Karadenizli bir sanatçıdır. Ancak Karadeniz’in sanatçısı değildir. TRT’de bir kültür danışmanlığı sistemi var. Bir denetim mekanizması var. Her ürün oradan geçemez. İçerik, form, ritim ölçüleri açılarından kritik edilmeden eserler yayınlanmaz. Bu bölgesel televizyonlarda da böyle olmalıdır. Yerel televizyonlara, televizyon cihazını açtığınızda karşınıza çıktığı için televizyon diyoruz. Televizyon falan değiller, herhangi bir düğün salonuna kamera koymakla televizyon olunmaz. Televizyon bir kurumdur. Görüntü ve ses aktarımı dışında fonksiyonları vardır.
YETENEKLİ VE EĞİTİMLİ ARKADAŞLARIN SADECE MÜZİKLERİNİ YAYINLAMAK VE PROGRAM YAPTIRMAKLA KALMAMALI, KÜLTÜR VE SANAT DANIŞMANI OLARAK DA İSTİHDAM ETMELİDİRLER.
-Son dönemde yine de konservatuarlı bir nesil ortaya çıktı. Onlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Mesela Mehmet Gündoğdu gibi?
Evet Mehmet GÜNDOĞDU, Mustafa ŞAFAK, Oğuz KAHVECİ gibi gençlere televizyonlar yer vermiyorlar. Oğuz KAHVECİ Türkiye’nin ilk ve tek diplomalı Karadeniz zurnası icracısıdır. Mehmet GÜNDOĞDU Biceoğlu Osman’ın gaydalarını eksiksiz çalabilen beklide Durkaya’dan sonra tek kemençe icracısıdır. Mustafa Şafak Armoni bilen müzisyenlerle çalışarak Etnik Karadeniz Müziği yapan akademili tek müzisyendir. Akademi kökenli olmayan fakat TRT de yetişen sanatçıları Kamil SÖNMEZ, Süreyya DAVULCUOĞLU ve türküleri azami otantik uygunlukla icraya hassasiyet gösteren İbrahim CAN’ı da anmak gerek. Televizyonların yöneticileri yeterli müzik ve sanat bilgisine sahip olmayabilirler. Fakat yetenekli ve eğitimli arkadaşların sadece müziklerini yayınlamak ve program yaptırmakla kalmamalı, kültür ve sanat danışmanı olarak da istihdam etmelidirler. Onlar folklorik kıymeti olmayan çalışmaları en azından etiketler. Biz de ne dinlediğimizi anlarız.
KÜLTÜRÜN ÜRETİMİNDE OLABİLDİĞİNCE YERELLİK VE SAFLIK TESPİTİ VE KORUNMASINDA İSE AYNI ORANDA BİLİMSELLİK ÖNEMLİDİR. KÜLTÜRÜ ÜRETMEK, KENDİ HAVZASINDA MÜMKÜNDÜR. BİLİME DÜŞEN ONU TESPİTTİR. DEVLETE DÜŞEN YERELİ VE TOPLAMDA MİLLİ OLANI ÖNCELEMEKTİR.
-Toparlarsak, son söz olarak neler söylemek istersiniz?
Kültürün üretiminde olabildiğince yerellik ve saflık tespiti ve korunmasında ise aynı oranda bilimsellik önemlidir. Kültürü üretmek, kendi havzasında mümkündür. Bilime düşen onu tespittir. Devlete düşen yereli ve toplamda milli olanı öncelemektir. Bozulmamış kültür etkinlikleri olan yayla şenlikleri aslına uygun olarak yürütülmelidir. Dünya tek tipleşmeye doğru gidiyor. Yerel kültürler yok oluyor. Bunun durdurulması belki mümkün değil ancak yarınlara aktarmak üzere bugün çocuklarımıza gösterebileceğimiz Kadırga, Sis, Honefter, Hıdırnebi korunmalıdır. Ulusal sanatçıların buralarda konser vermemesi gerekir. Her bölgenin çocuğunun, kendi yöresinin oyununu oynaması gerekir. Siyasileri bu açılardan da sorgulamak gerekir. Kültür politikaları nedir? Bu konuda derneklere büyük görev düşmektedir. Sivil baskı mekanizmaları olarak çalışmalıdırlar.
Folklor, “hadi üretelim” deyip üretilebilecek bir şey değildir. Trabzon dediğimiz zaman bir bütünden bahsetmiyoruz. Trabzon’da kemençede bile ton, ritim ve tavır farkları var. Trabzon’un doğusu, Akçaabat, Ağasar ve Görele farklı. Tehlikeli olan şudur: Zaten yaylalara yürüme gidilmiyor. Elektrik gelmiş, televizyon gelmiş. Bir de yayla pazarlarına kürsüler kurulmamalı, oradan merkezi olarak horanı yönetmeye kalkılmamalı. Yoksa kemençenin ve horan’ın din, dil, ırk ve mezhep farklarını ortadan kaldıran sesi yok olacak.
Röportaj: Bülent ŞİRİN (Karadeniz’den Günebakış gazetesi – 26 Şubat 2010)