“Toplum yararına bir görev üstlenebilecek durumda mıyız?” diye kendimizi sorgulamadan, yani kendi gerçeklerimizle yüzleşmeden yönetimlere talip olmak, meseleyi hafife almak anlamına gelir.Milattan önceki çağlarda bile geçerli olan, “Kendini bil!” gerçeğini iki bin yıl sonra da olsa dikkate almak gerekir. Varılan sonuç umut verici ise yola çıkmalı, aksi halde “şakacı” gibi davranarak gündemi meşgul etmemelidir. Çünkü insanların sorunları ciddidir, ağırdır; bu nedenle onlar sorumlu, ciddi ve ağır tavırlar ve yaklaşımlar bekler.
Hangi keresteden taşıyıcı direk, hangi ağaçtan mobilya olabileceğini incelediğimiz kadar veya hangi toprakta ne tür bitkinin yetişeceğini araştırdığımız gibi kendi gerçeklerimizi de araştırmalı; “benden toplum yararına bir basamak taşı olabilir mi?” diye öz değerlendirme yapmalıyız. Şeyh’ül İslam olabilmek için ömrü boyunca mücadele eden şair Baki, bunu başaramamış; siyasi idare tarafından kadı yapılmak istenen İmam-ı Azam ise, ateşten gömlek olarak gördüğü kadılık görevini reddettiği için çeşitli çilelerle karşı karşıya kalmıştır. Bu ve buna benzer yaşanmışlıkları da düşüncemize katarak kendimizi değerlendirmeli; sonra bir kere de, Ziya Osman Saba’ya bakmalıyız: Bir röportaj sırasında muhabirin, “Avukat olduğunuz halde niçin avukatlık yapmıyorsunuz?” Sorusuna; “Kendi haklarımı savunamıyorum ki, başkalarının haklarını nasıl savunayım!?” şeklinde verdiği cevabı da düşünmeliyiz.
Bilgili, birikimli, yaşanmışlıklara dayalı öz güveni olan, bireycilikten toplumculuğa geçmiş, sosyalleşme sürecini tamamlamış, hak ve hukuk kavramlarını yaşantısına temel olarak almış, “Dicle kıyısındaki kuzuyu kapan kurdun” hesabına kendisini hazırlamış, toplumun sorunlarıyla dertlenebilen; kendi mutluluğunu, içinde yaşadığı toplumun mutluluğuna bağlayan, keyif ehli olmayan; zorlukların ve mücadelenin şekillendirdiği insanların sayısı ne kadardır dersiniz? Çok değildir. Çünkü onlar mum yakarak aranılan lider karakterlerdir. Son günlerin moda deyimi ile onlar, “bulunmaz Hint kumaşları” gibidirler. Mesele onları araştırıp bulmaktır. Bu araştırıp bulma görevi, geleceğini güvende görmek isteyen toplumun bireylerine aittir. Onlar bu hakkını özgürce, her türlü etkiden, etkilemeden ve yönlendirmeden uzak olarak kullanmalıdır. Aksi halde aksi işler, aksilikler kaçınılmazdır. Sonradan yapılan şikâyetler, dert yanmalar ve yakınmalar anlamsızdır.
Temsil yeteneğinin, iletişim kurmanın, empati oluşturmanın öğretildiği, sempatik ama ciddi, hareketli ama tutarlı, heyecanlı ama telaşsız, çevresine umut olan ve yaşama azmi veren, sürükleyici, lider kişilerin yetiştirildiği bir okul var mıdır? Yoktur. Öyle ise bu tür kişilikler, bu özellikleri taşıyanlar, demokratik ve bilinçli toplumların önemsediği, değerli bulduğu ve ısrarla aradığı kişilikler olmalıdır. Unutulmamalıdır ki, demokrasilerde asıl sorumluluk ve görev, halkın kendisindedir. Her güzel elbisenin içinde bulunan bedenin aynı değerde olmadığını anlamak, farklı olanı görmek ve göstermek için seçici olmak, halkın hem hakkı, hem de demokratik görevi ve sorumluluğudur. Bu görevi sağlıklı olarak yerine getirmeleri için onlara fırsat verilmeli, uygun ortamlar hazırlanmalıdır.
Yeryüzündeki parıltılar ve yıldızlar, gökyüzündeki parıltılar ve yıldızlar gibi gerçek olmayabilir. Mevsimin zamanı geçince, ah! vah! İşe yaramayabilir. Bu nedenle seçilmek isteyenlerin kendilerine, seçecek olanların da gözlemlerine dikkat etmeleri gerekmektedir. Toplumun kalkınması ve mutluluğu öncelikle bu iki çabaya yani yetkinin ehil ellerde olmasına bağlıdır. Diğer adımlar hep bundan sonra gelmektedir. Bu değerlendirmeyi okuyucularımızla paylaşmak da basın olarak bizim görevimizdir. Saygılarımızla.