Kamil BAYRAKTAR
Türkiye nerede var idiyse Geyikli de orada vardı. Kore Savaşı’nda da vardı Geyiklili. 25 Haziran 1950’de başlayan ve 59. sene-i devriyesini tamamlayacak olan bu savaşta da vardı Geyiklili… Hacı Ahmet Balta, Hacı Muhammet Gören ve Hasan Diner ile vardı.
Gazetecilik mesleğimi icra ettiğim grubun çıkardığı İcmâl dergisinin Eylül/Ekim 2003 tarih ve 199. sayısında Geyikli Beldesi ve Sisdağı’nı konu edinen tam on sahifelik, bol fotoğraflı bir inceleme-araştırma yazısının altına imza atmış, başlığını da “Topraktan vatana bir mikro Türkiye” şeklinde koyma ihtiyacı hissetmiştim. Bununla beldemiz Geyikli’nin sıradan bir toprak parçası olmadığına, topraklıktan vatanlığa terfi etmişlikten nasibini almış bulunduğuna, ayrıca ülkemiz Türkiye’nin de küçük bir prototipi olduğuna dikkat çekmek, Türkiye’nin ülke olarak sahip olduğu her şeye bazı istisnalar dışında sahip olduğuna işaret etmek istemiştim. Gerçekten de ülke olarak Türkiye’de ne varsa, Trabzon’un Şalpazarı ilçesine bağlı dünün Geyikli Beldesi, bugünün Geyikli Mahallesinde de vardı ve adeta Geyikli, Türkiye’nin küçültülmüş bir modeli olarak orta yerde duruyor, bana da bu tespiti tarihe kazımak düşüyordu.
- Tam bir mikro Türkiye
Geyikli sadece Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan, Milletvekili, Genelkurmay Başkanı gibi çok üst düzey görevlerde bulunan insan çıkaramamıştı. Ama Geyikli, başbakan görmüş, bakan görmüş, milletvekili görmüş, büyükşehir belediye başkanları görmüştü. Geyikli üst düzey bürokrat çıkarmıştı. Geyikli subay, astsubay çıkarmıştı. Geyikli doktor, hâkim, mühendis, komiser, polis, sanatçı, belediye başkanı, sarı basın kartlı gazeteci-televizyoncu, bilgisayar uzmanları, tüccar, sayılabilecek daha nice meslek erbabı çıkarmıştı. Gurbet ve “Alamancı” rüzgârı da bu beldeye oldukça uğramıştı. “Burası Yemen’dir. / Çayır çimendir. / Giden gelmiyor; / Acep nedendir?” türküsünde de payı vardı Geyiklilinin; “Ya istiklâl ya ölüm!”de ifadesini bulan varlık-yokluk savaşında da…1699 Karlofça Antlaşması’ndan beridir sürekli geri adım attığımız tarihimizin bu sayfasında ilk ileri adım özelliği taşıyan Kıbrıs Barış Harekâtı’nda da…Bu ileri adımdan 24 yıl önce -ülkemize ne kazandırdığı hususu çokça tartışılan- Kore Savaşı’nda da vardı Geyiklili. 25 Haziran 1950’de başlayan ve içinde bulunduğumuz 2021 yılında 70. sene-i devriyesini tamamlamış bulunan bu savaşta da vardı Geyiklili… Hacı Ahmet Balta, Hacı Muhammet Gören ve merhum Hasan Diner ile vardı.
* Savaşın kıyısına düştü
Hacı Ahmet Balta (06.05.1931-05.10.2011), İstanbul Hadımköy Yassıveren’de istihkâm askeri idi. Kağıthane’de, mayın toplama ve dağıtmanın da içinde bulunduğu 3,5 aylık bir eğitim gördükten sonra bölüğüyle birlikte İzmir Seferihisar’a intikal etti. Ramazan ayının ilk günü idi. Bir gün oruç tutabildikten sonra 3. kafile olarak Kore Savaşı’na gidenler arasında yer aldı. Alsancak’ta iğne atılsa yere düşmeyecek derecede büyük bir kalabalık tarafından uğurlandıkları ve küçük bir Türk muhribi refakatinde bir Amerikan gemisi ile limandan ayrıldıklarında tarih 12 Haziran 1953’tü. Süveyş Kanalı, Kızıldeniz, Babülmendep Boğazı, Aden Körfezi, Hint Okyanus’u, Malaka Boğazı, Singapur, Güney Çin Denizi, Büyük Okyanus, Japonya üzerinden, “Git babam git! Deniz tükenmiyor.” dedirtecek türden 25 günlük bir yolculuktan sonra Kore’ye ulaştılar. Puson’da karaya ayak bastılar. Puson’da iki-üç gün kaldılar. Kendilerine yeni askerî elbise verdiler. Ardından trene bindiler. 24 saat gittikten sonra şimdi adını ve yerini hatırlamadığı, sağ ve sol cenahlarında iki Amerikan tümeninin bulunduğu bir cephede kendilerini buldular.
Ahmet Balta, savaş bitmeden 25 gün önce Kore’de bulundu. Savaşın ortasına değil ama kıyısına düştü. Orada savaşın bütün izlerini gördü. Ormanlar içerisindeki ağaç kaburgaları mermi parçaları ile doluydu. İzlerini gördüğü gibi savaşın havasını da teneffüs etti. Bir kaç ileri kademedeki birliklerin toplarından çıkan ses ve namlu ağızlarındaki ateşlerin ürkütücü manzarasına tanık oldu. Öyle ki bu manzara « Biz harbe geldik galiba ! » diyerek korkmasına bile sebep oldu. Müthiş mi müthiş don olayının yaşandığı kış mevsiminde çıktıkları tatbikatlarda tâbi tutuldukları uzun « Yat babam yat ! » eğitimlerinde vücut ısılarıyla donun çözülmesine, elbiselerinin su içinde kalmasına tanık olduğu zor şartları yaşadı. Amerikalı, Yunan ve İngiliz askerlerinin « beş kuruş etmez »liğinin yanısıra yardımına koştukları Korelilerin kendilerine kurtarıcı gözüyle ve minnetle bakmalarına tanık oldu. Mütareke imzalandıktan sonraki ortamda 186 kişilik bölüğünden 150 kişi ile birlikte mayın temizleme çalışmalarında yer aldı. Cephede, siperlerde hep ileriyi kollamanın getirdiği bir ruh halinden dolayı « Memleket nasıl akla gelsin ? Memleket akla geliyor muydu ? » ifadelerinde yer aldığı şekliyle memleketi unutma gibi bir atmosferde kendini buldu. Buna rağmen babası Kara İbrahim’den postaya verdiği tarihten tam 55 gün sonra bir mektup aldığında ağlamaktan kendini alamadı. Daha sonraları 40, 25 ve 15 gün aralıklarla aldığı mektuplar memleketi unutma ruh halinden sıyrılmasına biraz olsun yardımcı oldu.
« Benim tertiplerim üç ay önce tezkere aldılar. Biz ise oralarda hâlâ sürünüyorduk » dedirtecek bir gecikme ile üç ay fazla askerlik yaptıktan sonra, gidişinin 13 ay 14 gün sonrasına rastlayan 7 Ağustos 1954’te geri döndü.
* Barış Büyükelçisi Gâzi
25 Eylül 1950 ilâ 27 Temmuz 1953 arasında Kore’ye giden Mehmetçikler, çıkarılan 1005 sayılı Kanun’la “gâzi” statüsüne alındı. Kendilerine şeref aylığı bağlandı. Hacı Ahmet Balta da bu Mehmetçikler arasında yer aldı. Ayrıca, 1., 2., 3. ve 4.Türk Tugayında görev yapan yaklaşık 16 bin Mehmetçiğe Güney Kore tarafından hatıra madalyası verildi. Bu Mehmetçikler arasında da yer alan Hacı Ahmet Balta, ayrıca, yine yukarıdaki guruptan Mehmetçikler cümlesinden olarak başkanlığını Emekli Orgeneral Sang-Hoon Lee’nin yaptığı Kore Cumhuriyeti Muharip Gaziler Derneği tarafından « Barış Büyükelçisi » sıfatı, Savaşa Katılma Madalyası ve Belgesi ile taltif edildi.
KORE’DEN DİRİ FRANSA’DSAN ÖLÜ GELDİ
Hasan Diner’i (1934-26.07.1975), Konakyanı mevkiinde kendisine çokça rastladığımda gördüğüm gülümseyen yüzü, babam Eşref Bayraktar’ın dayı tarafından akraba olmanın getirdiği müşfik tavırlarıyla, “Annene-babana selam söyle.” sözleriyle hatırlıyorum. Yine hatırladığım kadarıyla, dereyolda bulunan Geyikli Sağlık Ocağı’nda sıhhiye olarak çalışıyordu. Genellikle iş dönüşünde Konakyanı yolunu tercih eder; biz de sığır otlatmaktan dönerken biraz daha oyalandığımız burada kendisine rastlardık. Sonra Fransa’ya gurbete gitti ve dönüşü diri değil ölü şeklinde tecelli etti.
Bahsekonu olduğunda Türkiye’nin tugay gücünde bir askerî kuvvetle katılımının sebep ve sonuçları itibariyle hâlâ tartışılması bir yana, Müslüman Türk’ün cengâverliğini, mertliğini bir kez daha dünyaya duyurduğu Kore Savaşı’na sonradan intikal eden Türk askerleri arasında Hasan Diner de yer aldı. Gideni, geleni, gelmeyeni ile Kore’de Müslüman Türk’ün adını dosta, düşmana duyuran Türk askerleri arasında yer alan bu Geyiklili, nesline, Kore gâzisi hatırası olarak bir madalya, bir flama, birliğini temsil eden bir bayrak, siyah-beyaz resimler ve saf/arı/duru bir Anadolu çocuğunun kaleminden çıktığı her halinden belli cümleleri ihtiva eden elli yıllık bir not defteri bıraktı.
“İzmir’den Kore’ye yolculuğumuz” notuyla başlayan bu not defterinde; 10 Haziran 1956 tarihinde sefer henüz yeni başlarken olduğu gibi dönüş tarihi 14 Ağustos 1957’de Ege Denizi sularına girdiklerinde de “anavatan”a duyulan özlemin, vatanlaşmış bu topraklara duyulan hasretin alabildiğine işaretleri görüldüğü gibi savaş sonrası dönemdeki ortamın kırılganlığına da rastlanıyordu. Bu not defterinde Hasan Diner, Türkiye’de olduğu gibi dinî ve millî bütün bayramlarımızı kutladıklarından, sürekli gece eğitimi yaptıklarından, 15 Ocak 1957’de olduğu ibi BM ile Komünist taraflar arasındaki anlaşmazlıklar dolayısıyla arada bir yeniden savaş pozisyonları aldıklarından bahsediyordu.
Hasan Diner, Kore’den diri geldi. Sonrasında gurbet yolu olarak Fransa gözüktü. Fakat oradan diri gelemedi. Hayattaki kızkardeşi İfakat Diner’in ağabey özlemiyle derin bir “ahh!” çekerek söylediği şekliyle, “Hasan, buradan iki kere gitti. Bir kere gitti, geldi. İkinci gidişinde gelemedi. Kore’den dirisi geldi. Ama Fransa’dan ölüsü geldi…”
“BEN FATİH’İN TORUNUYUM“ ŞUURUNDAKİ MEHMETÇİK
Çok iyi bir taş ustası olan Köralioğlu Hacı Hafız Muhammed Gören (1934-10.06.2010), ormanlık, kayalık, taşlık, engebeli bir mevkide bulunan arazisini öyle bir imarlı hale getirmiş, getirirken de ancak vinçlerle kaldırılması mümkün koca koca taşlardan hem de tek başına öyle duvarlar örmüştü ki, görenler hayret eder, “Bu duvarları insanın hem de tek başına yapması asla mümkün değil.” tespitinde bulunurdu. O da bu tespitlere “Fatih Sultan Mehmet Han gemileri nasıl karadan yürüttü?” sorusuyla bir tarihî gerçeği hatırlatarak cevap verir, yüzüne çok farklı bir mutluluk ışığı vurarak, “Ben de, Fatih’in torunuyum!” hatırlatmasında bulunurdu.
Daha sonraları Türkiye’nin gündemine bir başka konu ile girdi Hacı Muhammed Gören. İçinde bulunduğumuz 2021 yılından takriben 35-40 yıl önce, oğlu Osman Gören ve yeğeni Zeynel Şengül’e ve bir de trafik polislerine kızdığı için tam yol kenarına yaptığı bir taş yapı garaja hapsettiği, kendisi ölünceye kadar da bu mahpusluğun süreceğini belirttiği bir kamyonet dolayısıyla gazetelere, televizyonlara haber konusu oldu. Ve onun araziyi imar ve taş ustalığındaki mahareti bu vesile ile bir kez daha gündeme geldi. Tâbii ikamet ettiği evindeki kendi eseri “ taş kemer” de, bir yanlış davranış eseri olarak üstü boya-badana yapılmış “taş kemer” de gündeme girme payından nasibini aldı.
- Hallaç pamuğu gibi atılmış dağlar
Hacı Muhammed Gören de Kore’de bir sene görev yapan Geyiklililerdendi. O da Hasan Diner gibi savaş sonrası barış ortamını muhafaza için gitmişti ama 1., 2., 3., 4. kafilelerin bizzat içinde bulunduğu savaşın bütün sonuçlarına tanık oldu. “Görsen ağlarsın.” dediği şekliyle dağların hallaç pamuğu gibi atılmış olduğunu, mermi düşmemiş yer kalmadığını gördü. Amerikalı askerlerle muhatap oldu. “Onları bırak! Onlar ırz düşmanı idiler.” diye yaka silktiği Amerikalı askerler, oraları soyup soğana çevirmekten başka bir şey yapmamışlardı. Zaten aç olan, karınlarını göstererek bu hallerini dile getiren Koreliler, “coysan”lar üzerindeki isteklerini bir dilim ekmek karşılığında yerine getiriyorlardı. Ekmeği koltuğunun altına kıstırıp köylerin yolunu tutarak onlara musallat olan edepsizler vardı.
Kore’de çocuklara “coysan”, büyüklere “boysan” diyorlardı. Öyle insanlardı ki, bir insanı bir kere görmesinler, hiç unutmazlar, nerede olsa tanırlardı. Bir keresinde bir asker, bir orman kenarında, bir kadının yanındaki coysanı öldürmüştü. Kadının da parasını mı ne almıştı. Kadın geldi. Bütün bölükleri tugaya taşıdılar. Onların arasından bunu yapanı tanıdı. Kasaturasındaki kan hâlâ silinmemiş bulunan bu asker ölümle cezalandırıldı.
- Memleket gibisi yok
Türkiye’den 15-16 bin kilometre uzaklıktaki bu yerlerde “Ah memleket, ah memleket!” diye iç geçirdikleri çok oluyordu. Öyle ki, Türkiye’den bölüğe bir adet mektup geldiğinde, kimin olursa olsun, hep birden toplanırlar, okuyup dinlerler, koklarlardı. Bazen mektupların içerisine bir çiçek veya bir yaprak koyarak göndermiş olurlardı. “Ey Ya Rabbi! Memleketin bu çiçeği, yaprağı ne güzel kokuyor! Bizim memleket gibisi yok!..” diyerek bu tür mektuplardan memleket kokusu alırlar, “Memleket var mıydı, yok muydu?” ondan anlarlardı.
- Amerikalılar sanki tatildeydiler
Kore’de 16 ülkenin askeri bulunmasına rağmen diğer ülkelerin ve özellikle Amerikalı askerlerin neredeyse yan gelip yattıklarının görülmesi vak’ay-ı âdiyedendi. Türk Tugayının üstünde bir tepe vardı. Üstüne top mermisi yağması yüzünden 15 cm. alçalmış bu tepeyi Türkler kaç defa almışlar, Amerikalılara teslim etmişlerdi. Fakat Amerikalılar koruyamamışlardı. Tam yedi kez alınıp Amerikalılara teslim edildiği halde koruyamamaları üzerine Türk Tugayını bu tepenin dibine dikmişlerdi. “Burası Türklere hastır.” diye Türk Tugayına teslim etmişlerdi. Tepeye de Türk bayrağını asmışlardı.
- Haçkalı Hoca da Kore’de…
Hacı Muhammed Gören’in Kore’ye daha önce gidip, kendini savaşın ortasında bulup da şehit düşen Türk askerlerinin mezarını görme imkanı olmamıştı. Çünkü o şehitlerin mezarı uzakta, Puson denilen yerde idi.
Tugaylarında cami vardı. İbadetlerini yapabiliyor, namazlarını kılabiliyorlardı. Namaz başta olmak üzere ibadetlerin hepsine dikkat ediyorlardı. Ramazan orucunu tutuyor, Teravihi de, Bayram namazını da kılıyorlardı. Yalnız gece eğitimleri çok olduğu, tatbikatlarda sıkılık hakim olduğu zamanlarda ibadetleri yerine getiremedikleri oluyordu. Yüzbaşıları çok Müslüman, dindar birisi idi. Onun için olsa gerekti ki, mâneviyat erbaplarının kendilerine yardım ettiklerine tanık bile olunmuştu.
Kore topraklarında küçük küçük göller çoktu. Bir keresinde bir Türk askeri ihtilâm olmuştu. Bu göllerden birinde yıkanırken bir manga Çin askeri gelmiş, etrafını sarmıştı. Ama onu teslim alacakken Türk askeri onları teslim almış, bölüğüne götürmüştü. Türk kumandan Çinlilere, “Bu Türk bir tane idi. Siz dokuz-on kişisiniz. Nasıl oldu da sizi teslim alıp buraya getirdi?” diye sordu. Çinlilerin cevabı enteresandı: “Ohooo! Bu hiç. Orada kaç tane asker vardı, biliyor musunuz? Biz onlara teslim olduk.” dediler.
“Kore askerlerine bir sor bakalım. Her biri neler neler anlatacaktır.” diyen Hacı Muhammed Gören’in söylediğine göre, Haçkalı Hoca’nın köyünden bir asker, harp anında Haçkalı Hoca’yı Kore’de görmüştü. “Hoca, Hoca! Sana bir mektup vereyim, al da memlekete götür.” demişti.
Bunları bizzat kulakları ile duyan Hacı Muhammed Gören, varlığını-yokluğunu unuttuğu memleketi Türkiye’ye dönme emri geldiğinde çok heyecanlanmış bir Kore gâzisi olarak, nihayet iki ay geç de olsa tezkeresini alarak köyü Geyikli’ye döndü. O şimdi, Geyikli’nin tam bir mikro Türkiye olmaklığının nişânesi olarak haşir neşir olduğu toprağında, taş ve toprak üzerindeki Fatih Sultan Mehmet torunluğunu sergilemeye devam ediyor.
KORE SAVAŞI’NDA TÜRK TUGAYI
Dünya, atom bombasının da ilk kez kullanıldığı 2. Dünya Savaşı gibi yıkıcı bir savaşın külleri üzerinde henüz doğrulmaya çalışırken, dünya ölçeğinde olmasa bile yeni bir savaş kapıyı çaldı. Ünlü diktatör Josef Stalin’li Sovyetler Birliği’nin 25 Haziran 1950’de, Kuzey Kore askerlerine, Güney Kore ile sınırı teşkil eden 38. paraleli geçirterek tetiklemesi ile birlikte başlayan, 27 Haziran 1950 tarihli Güvenlik Konseyi kararıyla BM Gücü adı altında ABD, Avustralya, Belçika, Kanada, Kolombiya, Etiyopya, Fransa, Yunanistan, Lüksemburg, Hollanda, Yeni Zelanda, Filipinler, Güney Afrika, Tayland, Türkiye ve İngiltere’nin de yer aldığı, altı ülkenin de tıbbî araçlarla katıldığı bu savaş, tarihe Kore Savaşı olarak geçti.
- Kızıl Çin de dahil olunca
BM Gücünün, Kuzey Kore birliklerini 38. paralelin kuzeyine itmekle yetinmeyip, Kore’yi, Güney Kore liderliğinde birleştirme amacıyla Kuzeyi işgale başlaması üzerine Çin Halk Cumhuriyeti de savaşa dahil olunca, Kore Savaşı tam bir uluslararası boyut kazandı. Böylece Kore Savaşı, Kuzey-Güney savaşı olmaktan çıkıp, ABD-Çin savaşına dönüştü.
Kore Savaşı’na, Stalin’li SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) tehdidine karşı müttefik arayan, bu sebeple de NATO’ya girmek isteyen Türkiye de katıldı. 2. Dünya Savaşı’nın bitip Soğuk Savaş döneminin başlamasıyla birlikte uluslararası ortamda kendini yalnız bulan, bu yalnızlığından olsa gerekti ki, SSCB’nin Kars, Ardahan gibi Doğu Anadolu’da toprak, Boğazlarda ise üs talebi gibi tehditler karşısında isteğine daha kolay ulaşabilmek için, özellikle sol kesimlerin, “Türk gencinin kanının Amerika’ya satılması” eleştirilerine rağmen bir tugayla BM Gücünde yer aldı.
Bu tugay, 259 subay, 18 askeri memur, 4 sivil memur, 395 astsubay, 4414 erbaş ve er olmak üzere 5090 kişiden müteşekkildi.
1.Türk Tugayı 16 Kasım 1951’e kadar Kore’de kalarak savaştı. Bu tarihte görevini yeni oluşturulan 2.Türk Tugayına devretti. 20 Ağustos 1952’de ise 3., 06 Temmuz 1953’te de 4.Türk Tugayı bu görevi devraldı.
- Savaşın kaderini ‘Mehmetçik’ değiştirdi
Tuğgeneral Tahsin Yazıcı komutasındaki kapalı ismi North-Star (Kuzey Yıldızı/Kutup Yıldızı) olan bu tugaya bağlı Mehmetçikler, Kunuri (26-30 Kasım 1950), Kumyangjang-Ni (25-27 Ocak 1951), Seul Savunması (13-18 Mayıs 1951) ve Vegas (28-29 Mayıs 1953) muharebelerinde müthiş kahramanlıklar sergiledi. Kunuri’de 8.Amerikan Ordusunun çevrilerek imhasını önledi. Bununla da kalmadı; 218 şehit, 455 yaralı ve 94 kayıp olmak üzere 767 zayiatla Kızıl Çin çemberini yarma gibi bir imkansızı başardı.
Kumyangiang-Ni’de, “savaşın en kanlı piyade muharebesi” olarak tarihe geçen boyutuyla yıpratıcı bir taarruz sonucu, üç kat daha güçlü Çinlilerin mevzilerini alarak, inisiyatifi tamamen ele geçirdi ve Çinliler karşısında bozgun ve panik havası yaşayan, hatta Kore’nin terki planları yapmakta bulunan BM Gücüne, Çin ordusunun yenilebilirliğini gösterdi. 12 asker şehit, 31 asker yaralı verilmek, düşmana da 1734 kayıp verdirilmek suretiyle kazanılan bu zafer, savaşın yönünü BM Gücü lehine çevirdi ve Kore’yi terk planları askıya alındı. ABD Kongresi tarafından Türk Tugayına “Mümtaz Birlik Madalyası ve Beratı” verildi. ABD tarihinde ilk defa rastlanan bu olayı, Kore Cumhurbaşkanlığının “Cumhurbaşkanlığı Birlik Nişanı” ile zaferin kazanıldığı alanın en yüksek tepesine “Türk Zafer Anıtı” dikilmesi izledi.
Taegyewoyni-Sosari Bölgesinde, BM askerlerinin “Türk Kalesi” adını verdikleri bir savunma örneği sergilendi. Yapılan dokuz hücum her defasında püskürtülerek Başkent Seul’ün, Çin birliklerinin eline geçmesi önlendi.
Mehmetçik, Mehmetçikliğini Vegas’taki Muharebe İleri Karakol Çarpışmalarında da gösterdi. 151 şehit, 241 yaralı verdi ama saldırılara geçit vermedi. Bu muharebe, Kore Savaşının son muharebesi oldu. Ve 27 Temmuz 1953’te Pun-Munjon Ateşkes Antlaşması imzalandı. Vegas Muharebeleri dolayısıyla da 3.Türk Tugayı ABD Cumhurbaşkanlığının “Legion of Merit” nişanı ile taltif edildi.
Kısacası Kore’de savaşan Türk Tugayı, savaşın kaderini tam dört kez değiştirdi. Kunuri ve Kumyangiang-Ni Muharebeleri ile yenilmez olarak nitelenen Kızıl Çin ordularını yenerek BM Gücünü büyük bir hezimetten kurtardı. BM Gücünü Kore’yi terk etme planlarından vazgeçirdi. Taeyowoyni-Sosari savunması ile başkent Seul’ün Kızıl Çin askerlerinin eline geçmesini önledi. Vegas Muharebesi ile de ateşkes antlaşmasının yapılmasını sağladı.
- Şerde gizlenmiş hayr
İstiklâl Savaşı’ndan bu yana Mehmetçiği savaş yüzü görmeyen Türkiye, Kore Savaşı’nda toplam 741 şehit ve 2147 yaralı verdi. 234 asker esirler ve 175 asker yitikler (âkıbeti belli olmayan) arasında yer aldı. Mehmetçiğin verdiği mücadelenin unutulmaması için Pusan şehrinde 462’sinin ismi bulunan bir şehitlik yaptırıldı. Ayrıca Ankara’da Kore’de şehit düşen bütün Mehmetçiklerin isimlerinin yer aldığı bir anıt inşa edildi. 25 Eylül 1950 ilâ 27 Temmuz 1953 arasında Kore’ye giden Mehmetçikler, çıkarılan 1005 sayılı Kanun’la “gâzi” statüsüne alındı. Kendilerine şeref aylığı bağlandı. Ayrıca, 1., 2., 3. ve 4.Türk Tugayında görev yapan yaklaşık 16 bin Mehmetçiğe Güney Kore tarafından hatıra madalyası verildi.
Kore Savaşı, Türkiye’nin NATO’ya üye olmasında çok önemli rol oynadı. Yani Türkiye umduğunu buldu ve 18 Şubat 1952 tarihi itibariyle NATO üyesi oldu. Diğer taraftan da bu savaş, 2002 Dünya Futbol Şampiyonasında kendini gösterdiği şekliyle, Güney Kore halkı ile Türk halkı arasında gözle görülür bir dostluk bağının oluşmasını da beraberinde getirdi.
Hepsinden önemlisi, “Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (el-Bakara, 216) âyeti tecelli etti ve Kore/Kore’li, İslam ile tanıştı. “Bir insanı diriltmek, bütün insanları diriltmek gibidir.” ilahî gerçeği bir kez daha zuhur etti. Türk askeri ile birlikte Kore’de görev yapan imam Zübeyr Koç‘un elinden kendini gösterdi. “Biz, Müslümanlığı Zübeyr Koç’tan öğrendik.” şeklindeki ifadelerinde de belirtildiği üzere Koreliler Müslümanlığı Zübeyr Koç’tan öğrendiler. 1956 yılında Kore’ye giden yedinci kafilenin imamı olan 21 yaşındaki Zübeyr Koç vasıtasıyla bir yıl içinde tam 211 Koreli dirildi yani Müslüman oldu. Sonraları bir cami inşa edilip açıldı. Kore’deki Müslüman sayısı bugün 40 bin rakamına ulaştı (Aksiyon Dergisi, 09. 08. 2004, sayı: 505) Tâbii, Kore’ye Türk askeri ile birlikte İslam’ın da gitmesi şeklinde tecelli eden bu olay, “Türk askerinin Kore’de ne işi var?” sorusunun da cevaplarından biri oldu.