Bilindiği gibi, Müslüman doğu ile Hıristiyan batının tarihi, baştan sona bir savaşlar ve mücadeleler tarihidir. Bu savaş ve mücadeleler hiç eksik olmamış, gizli aşikar bugün de hala bütün şiddetiyle devam etmektedir.
Müslümanların dünya üzerindeki askeri, siyasi, dini ve kültürel hakimiyeti akıl almaz bir hızla, çok geniş alanlara yayılmış, daha miladi sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllarda İslam, batıda Atlas Okyanusu’na ve Fransa içlerine, doğuda Çin’e, Hindistan’a ve Endonezya’ya ulaşmıştı. Bu ilerleme karşısında batı çaresiz kalmış, dehşet ve korkuya kapılmıştı.
Batı kaybettiklerini geri almak, sonra da önce İslam alemine, ardından da bütün doğuya hakim olmak, egemen olmak için çareler aramaya başladı. En büyük çare ve en iyi araç olarak oryantalizm adıyla bilinen bilimi geliştirmeyi seçti. Çünkü bir şeye egemen olmak için, onu çok iyi tanıyıp, bilmek gerekiyordu.
Her kemalin bir zevali olduğu gibi, İslam medeniyetinin de değişik sebepler yüzünden önce yavaşlama, sonra duraklama, daha sonra da gerileme dönemine girmesi oryantalistlerin işlerini oldukça kolaylaştırdı.
Oryantalist araştırma, inceleme ve çalışmalar çok daha eski asırlara uzanmaktaysa da, 1312 yılındaki Viyana Konsili’nin kararlarıyla pek çok batı üniversitelerinde oryantalizm kürsüleri kurulması, bu bilimin başlangıç tarihi olarak kabul edilir.
Oryantalizm, dünyayı önce “doğu” “batı”, “onlar” ve “biz” diye ikiye ayıran, sonra doğunun batı tarafından tamamen yok edilmesi, eritilmesi, boyunduruk altına alınması, tehlike olmaktan çıkarılması, en azından güdülüp yönetilmesi, başkalaştırılması, batıya benzetilmesi gibi amaçlar güden, kendine has önyargıları, peşin hükümleri, tanımlamaları, genellemeleri, kuralları, yasaları, uzmanları, organları, belli bir söylem biçimi, ifade tarzı olan, objektiflikten uzak garip bir bilim dalıdır. Aslında buna gerçek anlamda bilim demek de doğru olmaz. Çünkü tarafsız, bağımsız, öğretici ve objektif değildir.
Oryantalizm, ön yargılarla kendi mensuplarını bile kör eden, gerçekleri saptıran, insanları yanıltıp şartlandıran, yanlış yönlere sevk eden, olayları ve topladığı sınırsız bilgi ve verileri, enformasyonu objektif kriterlerle olduğu gibi değil, kendi baskıcı, sınırlayıcı, dar düşünce kalıpları içinde değerlendiren bir doktrinler ve uygulamalar paketidir.
Oryantalizm, filoloji, biyoloji, tarih, antropoloji, felsefe, iktisat gibi bütün diğer bilimleri de ana gayesine hizmet için kullanır. Elde edilen tüm veriler ve bilgiler oryantalist inceleme metotlarıyla süzgeçten geçirilerek, batıya yararlı hale getirilir.
Oryantalizmin temel amacı, doğu üzerinde egemenlik hayalleri kuran Avrupa’ya destek sağlamaktı. Oryantalizm bu görevini çok büyük bir başarıyla yerine getirdi, halen de getirmeye devam ediyor. Toplanıp süzgeçten geçirilen, inceden inceye işlenerek batılı ülkelerin siyasi, ekonomik, kültürel, profesyonel çıkarlarına, ideolojilerine yararlı hale getirilen, doğu hakkında çoğu zaman doğuluların bile bilemedikleri bilgiler, özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda batı emperyalizminin ve koloniyalizminin en önemli araçlarından biri durumuna geldi. Müslüman toplumların özel yapısını, geçmişini, kültürünü inançlarını,örf ve adetlerini, karakterlerini, iç dünyalarını, düşünce biçimlerini, güzellik anlayışlarını, arka planda yer alan değerlerini, sosyal ve dini hayatın köklü geleneklerini tanıyıp ölçmek için göz kamaştırıcı bir bilgi endüstrisi durumuna gelen oryantalizmin genel ve toparlayıcı açıklamaları, batılıların gözünde bulunmaz kriterler olarak kabul ediliyordu.
İlk oryantalistler genelde doğu dilleri uzmanlarıydılar ve aralarında Çin’e kadar tüm Asya’yı tercümana ihtiyaç hissetmeden gezebilecek kadar çok dil bilenler vardı. Avrupa’da, Rönesans diye adlandırılan dönemin başında, önce klasik Yunan ve Latin dünyasına ve kültürüne karşı heyecanlı bir ilgi uyanmış, ardından bu ilgi Doğu’ya yönelmişti. En büyük şairler, yazarlar, sanatçılar, bilginler adeta bir “Doğuculuk” hastalığına tutulmuşlardı.
Yalnız Arapça, Türkçe, Çince, Hint dilleri, Java dilleri gibi bilinen diller değil, doğuda pek küçük gruplar tarafından konuşulan mahalli dil ve lehçeler, çoktan unutulup tarih sahnesinden silinmiş eski uygarlıkların dilleri üzerinde yapılan filolojik etütler de, oryantalizmin ana konularından biri olarak çok ileri boyutlara ulaşmıştı. Eski Mezopotamya dilleri, Asur ve Babil dilleri, eski Mısır dilleri, Hiyeroglifler, çivi yazıları, Hitit Tabletleri velhasıl doğunun İslam öncesi dönemiyle ilgili diller, yazıtlar, yazılı eserler, tarihi kalıntılar oryantalistler tarafından didik didik edilmiş, inceden inceye araştırma konusu yapılmıştı. Türk edebiyatının en eski örnekleri olarak kabul edilen Orhun Abideleri ve eski Uygurca metinler de ilk defa oryantalistler tarafından çözülmüş ve okunmuşlardır.
Oryantalizm üzerine en bilimsel, en tarafsız ve kapsamlı kaynak, 1935 yılında varlıklı bir Hıristiyan ailenin çocuğu olarak Kudüs’te doğan ve ABD’nin belli başlı üniversitelerinde okuyup öğretim üyeliği yapan Edward Said’in “Oryantalizm” adlı kitabıdır. Bu yazıda da büyük ölçüde bu eserden yararlanılmıştır. İlk baskısı 1978 yılında yayımlanan söz konusu kitaptaki verilere göre; Oryantalist bilim adamları sadece 1800 ila 1950 yılları arasında İslam dünyası ve tarihiyle ilgili 60 binden fazla eser üretmişlerdir.
19. yüzyıldan itibaren, oryantalist uzmanlardan artık doğuyu anlamanın ötesinde, doğuyu da hareketin içine sokması, onları batılı değerlere yaklaştırması, doğuluları batı uygarlığına yatkın, batı çıkarlarına ve batının amaçlarına hizmet edecek hale getirmesi, doğuda batının çıkarlarına hizmet edecek yeni nesiller, yeni fikir akımları, yeni siyasi ve ideolojik hareketler, yeni zevkler ve modalar, batı ekonomik pazarına uygun yeni tüketim biçimleri meydana getirmesi, dolayısıyla oryantalistlerin doğudaki çağdaş tarihin sadece yazarı değil, yapımcısı ve vazgeçilmez figürü olması da bekleniyordu.
İkinci Dünya Savaşı arifesinde Avrupa, dünya yüzeyinin %85’ini kendi sömürge alanı haline getirmişti. Eğer oryantalizmin desteği olmasaydı buraları sömürgeleştirmek ve egemenlik altında tutmak bu kadar kolay ve mümkün olamazdı. Örneğin, Napolyon Mısır’ı yanında büyük bir oryantalistler ekibi ile işgal etmişti. 1798 yılında Mısır toprağına ayak bastığında, oryantalistlerin tavsiyelerine uyarak İslama karşı saldırgan bir tutum izlememiş, gayet yumuşak ve hoşgörülü bir tavır takınmış, ustaca taktiklerle Mısırlıların Memluklara karşı besledikleri kini körüklemeyi bilmiş ve İskenderiye halkına verdiği nutukta “Biz gerçek Müslümanlarız!” demiş, bütün çarelere başvurarak halkı İslam için savaştığına, gerçek amaçlarının İslama hizmet olduğuna inandırmaya çalışmıştı.
Avrupalı büyük devletlerin her biri, yine oryantalistlerin tavsiyelerine uygun olarak, kendi genel politikaları çerçevesinde doğudaki dini, kültürel veya etnik azınlıklardan birini seçiyor, güya onları koruduğunu, çıkarlarını temsil ettiğini iddia ederek, doğudaki etkinliğini ve müdahalelerini artırma yolları buluyordu. Yahudiler, Ermeniler, Ortodokslar, Dürziler, Kafkasyalılar, Kürtler ve başta Hıristiyanlar olmak üzere doğudaki tüm azınlıklarla ilgili olarak çeşit çeşit projeler, planlar hazırlıyorlar, politikalar geliştiriyorlardı.
Doğu toprakları üzerinde batılı yönetimlerin, orduların, bürokratların, çok uluslu şirketlerin işlerini kolaylaştırmak, onlara yararlı alanlar açabilmek için oryantalistler çok çalıştılar. Doğudaki kolonilerde, ticari kuruluşlarda, diplomatik misyonlarda, misyoner teşkilatlarında, güya bölgeye yararlı olmak için kurulduğu iddia edilen okullarda, üniversitelerde, hastanelerde, türlü eğitim ve sağlık kurum ve kuruluşlarında önemli görevler icra ettiler.
Doğuluların kendilerine özgü her şeylerini tahrip etmek, dinlerini, felsefelerini, dillerini mahvetmek, onları hiçbir şeye inanmaz hale getirip, derin bir boşluğa düşürmek, anarşi veya intihar için olgun hale getirmek amacıyla ellerinden gelen her şeyi yaptılar.
Güç dengesinin Avrupa’dan daha batıya Amerika’ya doğru kaydığı günümüzde de oryantalizmin, yeni emperyalizme başarıyla uydurulduğunu, görüşlerinin esası değişmeden günün şartlarına göre yeniden düzenlenerek yeni bir anlayışa kavuşturulduğunu görüyoruz. Bugün de oryantalistler, doğu ile ilgili her konuda batılı politikalara ve politikacılara, hükümetlere, iş adamlarına, çok uluslu şirketlere, akademik dünyaya, bilginlere, diplomasiye, askeriyeye velhasıl herkese rehberlik etmekte, yol göstermekte, her olay ve senaryoda etkin roller üstlenmekte, çoğu zaman en önemli kişiler olarak öne çıkmaktadırlar.