Referandum sürecinde, miting miting, ekran ekran gırtlağımıza kadar “demokrasi, demokrasi ve insan hakları”, nutukları dinledik. Toplu görüşme yasası, toplu sözleşme yasası oldu. Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik, birde baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz. Demokratik katılım mekanizması sendikalar ve emek lehine bir arpa boyu bile yol gitmemişiz. Söylediklerimiz hançeremizin altına inmiyor, gevşeyip gevşeyip tükürüyoruz. Ya da anlama biçimimiz sakat.
20 bin oy’un bir milletvekili ettiği bir ülkede bir hükümet; 500 bin, 400 bin ve 250 bin üyesi olan kamu çalışanı örgütü sendikalara, kaldırım sevenler derneği muamelesi yapmaktadır. Vahim durum ve en büyük garabet temsil hakkının gasp ediliyor olmasıdır. Kamu çalışanlarını temsilen 500 bin kendi, 400+250 bin de diğer konfederasyonlar üzerinden, örgütlü temsil hakkı olan ve toplamda yarısı örgütsüz de olsa 2 milyon memuru temsil eden sendikaya temsil ettikleri memurların özlük haklarının belirlenmesinde 1 milletvekilinin oyu kadar bile değer verilmemiştir. Hükümet, toplu sözleşme masasını memurlar için “ikna odası” şeklinde kullanmaya kalkmıştır.
Çok haklı olarak Sayın Ahmet Gündoğdu “Toplu sözleşme ve grev hakkı, olmayan bir kuruma sendika denemez” demektedir. Bu hükümetin katılımcı demokrasiyi geçtik, çoğulcu demokrasiyi bile hazmedememesi, yıllarca laikçilerin muhafazakârlara yaptıkları maraba muamelesinin yeniden üretilmesi gibi görünmektedir. Bu durum hükümet için gerçek sorunları hissedebilmesi açısından duyarsızlık ve bir tür siyasi körlük yaratmaktadır. Böylece aslında üzerlerindeki vebal daha da derinleşmektedir. Sendikalar büyük bir mesleki ve toplumsal kesiti temsil ediyor. Onların sorunlarını ve hissiyatlarını yansıtıyorlar. Hükumet çoğunlukçu bir refleks ve velveleyle başını kuma gömüyor, duymamak için el çırpıp ıslık çalıyor.
Memur Sen dışındaki Konfederasyonlar Abant’ta kamu çalışanları 657 Sayılı ve 4688 Sayılı Yasaların birlikte konuşulacağı çalıştaya ‘memurların iş güvencesinin tartışmaya açılacağı’ gerekçesiyle katılmadılar. 4857 Sayılı İş Kanunu ve 2821 Sayılı Sendikalar Kanununda iş güvencesi yok mu? 657 ve 4688 Saylı Yasalar tamamen kalksa ne olur ki? Eğer 4857 ve 2821 çok kötüyse vatandaşlık görevi ve sorumlu demokratik kitle örgütleri olarak bu güne kadar işçi kardeşlerimize destek babından konuyla alakalı neden tek kelam etmediler de konuyu yalnız Sayın Ali Tezel’e bıraktılar?
Hükümetin bazı bakanları, başbakan yardımcıları “ işveren örgütlerinin memur ücretleri artarsa bu piyasaya asgari ücret ve ücretlerin artışı yönünde baskı yapar. Bu da doğal olarak üretim maliyetlerini yükseltir baskısını aşarak” 2010 yılındaki referandum paketine “toplu sözleşmeyi” alamadığı gibi 4688 Sayılı Yasayı değiştirirken de “grevli-toplu sözleşmeli” bir sendika yasası haline getirememiştir. Görünen köy kılavuz istemez. Hükümet işveren örgütlerinin bazı isteklerine karşı direniyor ancak, halkın menfaatine uygun olmasına rağmen, işveren örgütlerin istemediği birçok şeyi de yapmıyor. Memur maaşlarını yoksulluk sınırının üstüne çıkarmama politikasının nedenlerinden biri budur. Süreçte “biz 70 milyon için düşünmek zorundayız” gibi lafalar ederek hem kamu çalışanlarının haklarından fazlasını istediği gibi bir imaj uyandırıldı hem de kamu çalışanlarının ücretlerindeki artışın piyasaya olumlu hareket vererek reel sektöre yapacağı olumlu etkiyle kendini finanse edeceği gerçeği gözden uzak tutuldu.
Bu yılki toplu sözleşme süreci Kamu Sen ve KESK’in “orkestranın birden fazla şefi olmalıdır” iddia ve patırtılarıyla geçti. Bunlar toplu görüşme sürecinin serencamını bozdu, hükümetin üzerine düşenleri yapmadığı deşifre edilip kamuoyuna mâl edilemedi. Memur Sen diğer konfederasyonların desteğini arkasında göremedi. Daha da kötü olarak kamuoyunda memurların hak mücadelesi değil, kayıkçı kavgası görüntüsü oluştu. Bu da tüm sendikaların ve sendikacılığın itibarsızlaşmasına hizmet etti. Yasaya göre; yetkili sendikalar kendi hizmet kollarının sorunlarını masaya taşır, yetkili konfederasyon da, genel toplu görüşmelerde tüm kamu çalışanlarını temsil eder. Süreç kamu çalışanlarının ortak menfaatleri konusunda tüm konfederasyonların ortak sesi şeklinde olmalıydı. Adeta hükümete karşı ortak ses vermemek ve kamu çalışanlarının gücünü bölmek için yetkili konfederasyonun başarısızlığı için çaba gösterildi.
Hükümet; ‘iş güvencesi ile grevli toplu sözleşme yasasını” karşıt kefelere koyarak tartıyor. “Grevli toplu sözleşme hakkı verirsem grev yaparsanız sizi işten atma hakkım olsun diyor. İronik, trajik ve komik. Atamadan önce istifa dilekçesi ister gibi. I Love you demokrasi, I love you hukuk devleti…
“Kamu çalışanından keseceğimiz parayı ABD’nin silah sanayisine, İspanyolların festivallerine ve Yunanlı memurların tatillerine destek vermek için ayırdık, kayıt dışı/vergi dışı ekonominin üçte ikilik vatansever(!) sermaye sahibi ve iş adamlarımızı da rahatsız etmeyelim” mealinde bir yaklaşım. Allah, emek, özgürlük…
“Ekonomimiz büyüyor” ama bizim mahalleye hiç uğramıyor. Hükümet’in kamu çalışanı ücretlerini yoksulluk sınırının çok altında tutmasının nedeni kesinlikle ülkemizin mali imkânsızlıkları değil, idari yetersizliktir. Hükümet ekonomiyi kontrol altına alamadığı için olan alıp adaletle vermesi gerekene veremiyor. Vereceğine dair bir plan ya da ümit bile veremiyor. Hükmet üyeleri kamu çalışanlarına verdikleri yoksulluk sınırının çok altındaki maaşlarla geçindiğini sanıyorlar. Kamu çalışanlarının çoğu başka işler yaparak veya ebeveyn yardımıyla geçiniyor. Tek maaşlı kira ödeyenler zaten borç batağında tefeci bankaların kucağında bu dönem geçinceye kadar nefesini tutuyor.
Mazot demir ve altın fiyat artış oranı ortalamasına göre kamu çalışanlarının satın alma güçleri son on yıldır yüzde 35 küçülürken maliye bakanı; nominal/rakamsal artış göstergeleriyle reel satın alma gücündeki azalışı örtmeye çalışıyor.
Türkiye şartlarında sendikaların siyasi partilerle benzer tabanlara sahip olması ve dolayısıyla birçok alanda benzer reflekslere sahip olması doğaldır. Doğal ve normal olmayan sendikaların ideolojik, dinsel, siyasal veya kişisel amaçlarla sınıfsal çıkarlarına yani varoluşunun temel sebebi ile çelişir şekilde özelde üyelerinin ve genelde çalışanların özlük haklarına ihanet etmesidir. Burası söz dalaşı kaldırır bir alandır, fakat emeğin savunulması, ahlakın, ülkenin ve insanlığın savunulmasıdır. Buna ihanet edenler mutlaka bunun bedelini öder. Aynı amaç için kavga etmesi gerekenler kavga sırasında birbirinin elini tutup, sonra da “biz niye dayak yedik” diye birbirlerini suçlamaları akıllara ziyandır. Kamu Sen ve KESK siyasi ve ideolojik nedenlerle Memur Sen’i hükümetle siyasi bir çatışma içine sokmak için ellerinden geleni yapmış, özlük temelli bir etkinlik yürütülmesi doğrultusunda çaba göstermemişlerdir.
Kamu Çalışanı Sendika Konfederasyonları demokratik kitle örgütleri olarak elbette farklı görüş ve tutumda olabilirler, ancak toplu sözleşme sürecinde konuşulması gereken kamu çalışanlarının menfaatleriyken, bütün enerjilerini alt politik mevziler için harcadılar.
Memur Sen; hükümetle aynı sosyal tabana dayanıyor olmasına rağmen, toplu sözleşme masasını terk etti, iş bırakma eylemi yaptı. Hükümetin tutumunu eleştiren basın açıklamaları yaptı. Başbakan dâhil hükümetin birçok üyesi bu konuda rahatsızlıklarını dile getirdi. Hükümet karşısındaki tutum alışları açısından Kamu Sen’de, KESK de Memur Seni eleştirebilecek durumda değil, kaldı ki sendika üyesi olsun olmasın çağrıldığı hiçbir eylem, etkinlik veya basın açıklamasına katılmayan memurların da bu konuda konuşması ayıp oluyor…
‘Memur-Sen katılmazsa biz de katılmayız’ deyip olası başarısızlığın faturasını Memur Sen’e yüklerken, sürecin sonunda elde edilen bazı kazanımları paylaşma yarışına girmeleri de çok etik görünmüyor.
Sendikalar hükümetlerin üstünde bir ferasetle kamu çalışanlarının özlük hakları için, grevli sendika yasası ve kamu çalışanının siyaset yapma hakkı için ortak bir tavır ve eylemlilik içinde olmalıdırlar. Aksi takdirde, doğacak boşluğu birileri, bir şekilde gelip dolduracaklardır. Sadra şifa bir hak ve adalet duygusuna sahip olsalar yanmayacağım…
Kaynak: adilmedya.com