Nasıl başlasam bilmem. Neyi yazsam, nereyi anlatsam ya da niçin… Kafam yine dağınık. İçimde ayrılık acısı, dağladı yüreğimi, bütün bedenim yasta…
Daha iki gün öncesinde telefonda konuşmuştum kayınvalidemle. Hal hatır sormalar, helalleşmeler, gülüşmeler… Ama nedense sesinde bir burukluk, bir vedalaşma, bir ince naz vardı bu defa. Başka bir hal’di bu. “Kızım sana birşey diyeceğim. Benim geceleri nefesim daralıyor, uyuyamıyorum, iyi değilim. Samsun’da bir doktor varmış. Ona gideceğim. İyi olursam bayramdan sonra gelirim. İyileşemezsem hiç de gelmem!”
İki gün sonra, sabahtan itibaren saat 14.30’a kadar bana bir haller olmaya başladı. Bebeğimi emzirip uyutmak, altını değiştirmek bile bunaltmıştı beni. Üzerimde tarifi imkansız bir yorgunluk ve tükenmişlik vardı. Kalbim ise tam tersine, sanki yapmam gereken bir şeye zorluyordu bedenimi. Gökyüzü, odalar, insanlar, sesler ve renklerin tümü simsiyahtı ve önümde hızımı kesen kalın duvarlar vardı adeta. Çırpındıkça derin bir çukurun içine aşağı sürükleniyor gibiydim. Müthiş bir acıyla, bir anda sıyrılıverdim bu girdaptan ve telefonum çaldı her zamankinden daha tiz bir sesle.
Bir akrabam bana, “kayınvaliden rahatsızmış, şimdi nasıl?” diye sorunca telefonda;yüreğime sızmaya çalışan o siyahlar, bir bir dağılıverdi ve ışık hızıyla çıkıverdim o izbe çukurdan. Anladım ki, anneme (kayınvalideme) birşey oldu ve kaybedeceğim onu. Çünkü, yaptığımız telefon görüşmesi düştü beynimden yüreğime…. Ve biraz sonra eşim geldi anlattı durumu. Meğer annemiz büyük bir yolculuğa çıkmış da bana onun sinyallerini gönderiyormuş alıştırma babından…
Herşey durdu… Zaman, radyodaki spiker, kızım Beyza’nın konuştuğunu görüyorum ama bir sessiz filmdeyim sanki. Bebeğimin ağlamasını gördüğüm için alıyorum kucağıma, duyduğumdan değil. Daha tam kabullenmiş değilim böyle bir durumu ama bir taraftan da, “innâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn.” gerçeğini düşürmeye çabalıyorum acılı yüreğime.
Hazırlandık ve çıktık yola. Yollardaki ışıklar, insanlar, ağaçlar sanki seslerini kaybetmişlerdi bir anda. İstanbul’un o akşam trafiği, o gürültüsü yok olmuştu nedense. Herşey duruyor gibi görünüyordu gözüme. Gözümün gördüğü herşey…
Uzun yolculuk boyunca, annemle yaşadığımız oniki senenin muhasebesini yaptım bir sinema perdesinde. Başrolde annem. Yardımcı oyuncular ben ve eşim. Filmin yarılarında kızlarımız geliyor sahneye. Çoğunda mutlu, huzurlu, şen şakrak yaşanmış tatlı günlerimiz oldu annemle. Bazen her evde olan tatlı atışmalar, yanlış anlamalar, kırgınlıklar da olmadı değil hani. Ama olsundu. Ben onu kendi annem gibi bildiğimden, asla gönül koymadım ve kalbime yığmadım küslükleri. Hep sildim, hep temizledim yüreğimi anneme hürmetimi kaybetmemek adına. Çünkü beni yaratan Rabbim, onu da yaratmıştı. Ve ben onunla anlaşmazlıklarımız olduğunda, daha fazla muhabbet duyuyordum anneme. Kalbimde bin pişmanlıkla hemen yanına gidip düzeltmeye çalışıyordum hatalarımı. Ne günler, ne güzellikler ve ne acılar yaşadık birlikte. Ümidim odur ki;o da aynı yüreğe sahiptir benimle paylaştıklarında.
Anam benim. Cefa abidesi, sefa fakiri, herkese kendi seviyesinde kıymet veren, çocukla çocuk, gençle genç, ihtiyarla ihtiyar olmayı sanat bilen vefakarım benim. Bazen çok gerekli yenilikleri bile kabullenmeyen ve sırf bu nedenle mecbur kalmadıkça elektrikli süpürge, şofben, mutfak robotuna el sürmeyen; bu haliyle de beni çıldırtan tatlı cadım benim. Bazen hiç ummadığım kişi ve konularda, ilginç detayları bile anlatıp beni şok eden ayaklı gazetemdin canlı canlı okuduğum. Ve bazen; lezzetine doyamadığım yemekleri bir çırpıda yapıverip beni gelinliğimden utandıran hamarat evcimeğim. Doğum sonrası elinden yediğim helleyi, acele zamanlarımızın menüsüne dahil olan ısırganı, mıhlamayı, paparayı, misafirimiz geleceği zamanlarda, ben etrafı toparlarken bir çırpıda sarıverdiğin sarmaları nasıl unuturum anam, nasıl?
Seni musallada görmesem, inanmazdım öldüğüne belki de. Kaç gün geçti ayrılalı ama, sanki telefon çalacak, sesinle yankılanacak kulağım. Ya da kapı açılacak da önde sen, arkada Fahrettin ve kızlarımız havaalanından geleceksiniz, ben de heyecan ve merhametle kapıyı açıp, sımsıkı saracağım seni özlemle. Ya sonra. Küçük torununu soracaksın ve tam o sırada gürültümüze beşiğinden başını uzatan Zeynep’i görüp, “Ay gurban olayım. Seni Yaradana gideyim.” deyip bağrına basacaksın gosdilini.
Aaaaahh anam aahh.
İçime öyle bir acı düştü ki bilemezsin. Geçen yılki resimlerimize ve çekilen görüntülerimize bakınca daha da büyüyor sensizliğim. Ölüm neymiş meğer. Bizi bıçak gibi kesip attı. Mahşere bıraktı herşeyi.
Bana tek teselli sensin ve senin salih amellerin. Rabbim sana merhametini en güzelinden, en genişinden ve en yücesinden nasip etsin. İman üzere O’na gitmen ne güze bir gidiştir.
Rabbimin ihsanına mazhar olasın anacığım. Peygamberlerin, meleklerin, şühedanın ve tüm iyilerin yanında olman en büyük temennimdir.
Seni seviyorum ve ömrümce de seveceğim.