“ARASATTA KALMAK”

İdefiks haline dönüşen çakılı fikirler, gelişme yeteneğini ve esnekliğini yitirdiği için kendisini daima haklı, başka düşünceleri tehlikeli, farklı düşünenleri de düşman olarak algılama problemi ile karşı karşıyadırlarOysaher konuda herkesin mutlaka söyleyecek bir sözü vardır; olmalıdır da… Bazılarına göre diğerleri, diğerlerine göre başkaları haksızdır. Farklı fikirlerimize rağmen birbirimizi dinlemeyi, kavga etmeden düşünebilmeyi başarmalıyız. Kendimiz kadar karşımızdakinin de var olma ve yaşama hakkı olduğunu olgunlukla kabul etmeli ve saygı ile karşılamalıyız.

           Kimin ne kadar haklı olduğunu veya doğru söylediğini hemen ölçerek bize bildirecek bir mekanizma keşki olsaydı… Sosyal alandaki algı, gelişme ve değişimleri ölçerek kesin sonucu hemen alamadığımıza göre görüş ve düşüncelerin olgunlaşma sürecini beklemek, zor da olsa sabırla karşılamak gerekir. Zaman içinde neyin doğru, kimin yanlış olduğu elbette ortaya çıkacaktır.

           Bu çerçevede yeni anayasa çalışmaları ve “toplumsal barış” görüşmeleri hakkındaki düşüncelerimi siz değerli okuyucularımla paylaşmayı çok isterdim ama “Arasatta kalmamak” adına bu konuyu bir kere daha ele almadan geçiyorum. “Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamamak” diye bir deyim vardır ya, işte tam da bu durum!  

                                                          ANNE

            Dünya Kadınlar Günü geride kaldı. Anneler Günü yaklaşmaktadır. Bu sebeple “kadın” ve “anne” kavramları üzerinde durmak istiyorum:

           Türk destanlarında efsanevi olarak anlatıldığına göre, hakanın karısı gökten inen mavi bir ışığın içinden çıkmıştır ve çocuklarının adları; Gün, Ay, Yıldız’dır. “…bir gün Oğuz Kağan Tanrıya yalvarmaya başladı. Gökten bir mavi ışık indi. Mavi ışığın ortasında bir genç kızın olduğunu gördü. Oğuz Kağan kızı görünce aklı başından gitti, kızı sevdi, aldı.” (Oğuz Kağan Destanı’ndan)

            Hakanın ikinci karısı aynı şekildeki anlatıma göne, göl ortasındaki bir adada bulunan ağacın kovuğundan çıkmıştır ve çocuklarının adları; Gök, Dağ, Deniz’dir… “Oğuz Kağan, bir göl ortasında adanın üzerinde bir ağaç gördü. Baktı ki bu ağacın kovuğunda bir kız oturmakta;  Oğuz Kağan kızı bir görüşte sevdi, onu da aldı.” (a.g.e.)

          Görüldüğü gibi destanlarımızda ve sosyal hayatımızda kadına özel bir statü ve değer verilmiştir. Öncelikle kadın bizde “Hatun kişi” dir. İnsanlık tarihine bakılınca görülecektir ki Türkler’de kadın, erkeğinin sadık dostu, arkadaşı ve sırdaşıdır; at üstünde, yaylakta, kışlakta onun en yakın en candan yardımcısı ve paydaşıdır. Kadın, günlük hayatın her kademesinde vardır, aktiftir ve söz sahibidir. Kurultaylarda hakanın sol yanında kadın oturmakta, sağ yanında ak saçlı ihtiyar oturmaktadır.Anlaşılmaktadır ki, kadın, ülke yönetimine ve sosyal hayata ilişkin görüşlerini söyleme hakkını bir lütuf olarak başkalarından almamış, bu hakkını doğuştan getirmiştir.

        “Oba” denen yerleşim yerlerinde kadınların geleneksel bir sistematiği vardır ve yönetimin işini bölüşür kendilerine uygun olanları üstlenirler; sorunların çözümüne katkıda bulunurlar. Kurtuluş Savaşında, Çanakkale’de ve diğer cephelerde erkeğinin yanındadır… Sevgilisine; “Bana kavuşmak istiyorsan cepheye git! Önce vatan! Sonra bana gel” diyen anıt karakterdir. Nene Hatun’dur, Kara Fatma’dır, Emine onbaşıdır, Halide Çavuştur…

       Kadınlarımız “çadırımızın orta direği”,  “yuvamızın dişi kuşudur”. Onların dokunmadığı çiçek kokmaz; onların olmadığı ev yaşanmaz; onların girmediği gönül sevgiyi tanımaz… Kadına ev verirsen yuvaya dönüştürür, ekmek verirsen aş eder, dal verirsen ağaç eder, sevgi verirsen seni başa taç eder…

      Biz kız çocuklarını utanç vesilesi sayarak toprağa gömmedik; onlardan utanmadık; onları onurumuz, şerefimiz bildik;namusumuz saydık, başımızın tacı, gönlümüzün sultanı dedik…

        Annelerimizi Cennet’e ulaşmanın vesilesi bildik; “Cennetin anaların ayağı altında olduğuna” inandık. Dara düşünce gidip başımızı onların dizine dayadık; gönlümüzdeki kasırgayı onun güzel sözleriyle dindirdik, fırtınalı günlerde onun limanına sığındık. Babamızın değişmez kurallarını annemizin aracılığı ile değiştirdik. Biraz tuhaf bir soru olacak ama; kadınsız bir dünya nasıl bir dünya olurdu? Bunu hiç düşündünüz mü?

        Küçük yaşta annesini kaybedenlerin yaşayamadıkları duyguların acıttığı yüreğimle, bütün annelerimizin anneler gününü kutluyor, ellerinden saygı ile öpüyorum.

YORUM GÖNDER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz