Allah, Emekten Yana Taraftır…

 Evet, Musa’nın ve Harun’un, Davud’un, İsa’nın ve Muhammed’in Rabbinden söz ediyorum. Selam olsun hepsine ve takipçilerine. 


“Emek sermaye ilişkisinde Allah, emekten yana taraftır. İşveren karşısında emekçi her zaman zayıftır. Allah da zayıftan yanadır” (Muhammed Tahir b. Aşur; İslam Hukukunda Gaye Problemi). İslam dini, hukuku ve geleneği açısından konuyu ayrı bir yazıyla inşallah inceleyeceğiz. “Böylece sizi, insanlara örnek olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet kıldık. Peygamber de size örnektir…” (Bakara: 143). Hükümlerinin bu konuda nasıl tecelli ettiğini anlamaya çalışıp, emek-ücret ilişkisinde orta yolu arayacağız. Bu yazıda emek ücret ilişkisinde dört kitabın ortak kavli olabilecek hükümleri tespit etmeye çalıştım. 

İnsanlık tarihinin çok önemli bir bölümünü ve bugünkü toplumların antropolojisini anlamak istiyorsak; çok önemli belgeler olan Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an’ı göz ardı edemeyiz. Eldeki metinlerin ilahi olup olmadığı veya ilahi ise aslına uygunluğu başlı başına araştırma ve tartışma konularıdır. Ancak bunlar, bizim için asgaride ciddi tarihi metinlerdir. Hem yazıldığı zamana ve de içeriğindeki konulara ışık tutmaktadır.

M.Ö XIII. yy’da inen Tevrat, M.Ö 520’de yazıldı, MS I. yy’ın ikinci yarısında inen İncil, MS II. yy’da yazıldı, MS 610-632 arasında Kur’an-ı Kerim indi ve yazıldı. Biz onlara inanalım ya da inanmayalım insanlığı çok derinden etkilemişlerdir. Bu metinlerin, birçok konuda olduğu gibi emekten yana tavırda da aynı olduklarını gördüm.

Son nebi Hz. Muhammed’in (S.A.V.), zaten dört kitabın, hatta Hz. Âdem’den beri gelen tüm vahyin özünü ve son halini veren bir kitaba sahip olduğunu ve buna göre uygulamalar yaptığını, dolayısıyla eski ilahi metinlerin hiçbir hükmünün kalmadığını düşünenler olabilir. 

Onlara sözüm;

Kuran ilahi kitapların tümünü nesh etmediği gibi, şeriatlarının da tümüne nasih değildir. Kaldı ki, Ku’ran Arap geleneklerinin bile tümünü yasaklamamıştır. “…Onların örfe uygun olarak beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir…” (Bakara: 223). Toptancı red mantığını Kur’an yasaklıyor. “Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken, kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat’ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat’tan) bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler. İşte Allah’ın laneti böyle inkârcılaradır.” (Bakara: 89). “İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar inanmış kimseler değildir.” (Maide: 43). Toptancı red, bizi içindeki Allah’ın ayetlerini de inkâra götürebilir. “…Hıristiyanlar hiç bir şey üzere değillerdir…” diyen Yahudiler ve “Yahudiler hiçbir şey üzere değillerdir…” diyen Hıristiyanların durumuna düşürür. “…Oysa onlar Kitab’ı okuyorlar. Bilmeyenler de onların söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Artık Allah, kıyamet günü anlaşmazlığa düştükleri şeyde aralarında hüküm verecektir.” (Bakara: 113) 

Kur’an’ın vahiy geleneğinin hülasası ve hüküm verdiği konularda kesin hüküm kaynağı, haber verdiği konularda kesin haber kaynağı olduğuna ben de iman ediyorum. Ancak nesh’in, önceki kitapların tamamının yok sayılması anlamına gelmediğini, “lâfzı katî ve manası kati” bir şekilde reddedilen, değiştirildiği beyan edilen, farklı olarak açıklanmış olanlarla sınırlı olduğunu, neshi bunun dışına genellemenin yanlış olduğunu düşünüyorum. 

Haber nitelikli konular ise zaten nesh probleminin konusu değildir. Doğrulama, doğrultma, düzeltme şeklinde bir ilişki vardır. Vahiy geleneğinin bütünlüğü veya en azından geçmiş kavimlerin düştükleri yanlışların daha teferruatlı olarak bilinebilmesi için bile İslam ilahiyatçıları tarafından orijinal dillerinden çok iyi tetkiki gerekir. Hz. Muhammed’in de zaman zaman Kur’an’da olan kıssaların dışında peygamberleri ve ara dönem olaylarını naklederek bazı meseleleri açıklaması da buna delildir. 

İncelediğimiz konuyla da doğrudan alakalı bir rivayet; Hz. Peygamber ‘in dilinden (sav) bir işveren tipi ve bir sonraki örnekte başka bir işveren tipi, insanlık dilediğini seçsin. Eğer Laban’ın uygulamasını seçerse de ben Yahudi’yim, Hıristiyan’ım veya Müslüman’ım demesin!

“Bir yere gitmekte olan üç kişi, yolda yağmura yakalanıp bir mağaraya sığınıyorlar, yağmurun getirdiği büyük bir kaya parçası mağaranın ağzını kapadığı için, içeride mahpus kalıyorlar ve aralarında konuşarak “Allah nezdinde en değerli olması muhtemel amellerini öne sürerek kurtuluş için duâ etmeye” karar veriyorlar. Bunlardan birisi (üçüncüsü) şöyle niyaz ediyor: Ya Rab! Ben üç işçi tutmuş, bunlardan ikisinin ücretini ödemiştim; üçüncüsü ücretini almadan bırakıp gitmişti. Onun hakkını işletip artırdım, birçok malı oldu. Bir müddet sonra bana geldi ve: “Ey Allah’ın kulu, ücretimi ver!” dedi. “Gördüğün deve, sığır, koyun ve hizmetçiler hep senin ücretinden hâsıl oldu” dedim. “Benimle alay etme” diye mukabele etti. “Seninle alay etmiyorum” dedim, bütün malını alıp gitti, hiçbir şey bırakmadı. “Rabbim, bunu sırf senin rızan için yaptıysam, bizi kurtar!” Bunun üzerine mağarayı kapatan kaya yuvarlanıyor ve kurtuluyorlar.” (Buhârî) 

Tevrat’ta Hz. Yakup’un diliyle eleştirilen bir ücret sistemiyle bir işveren tipi; Laban; 

“1 Yakup Laban’ın oğullarına; …6 Sizler benim tüm gücümle babanıza ne kadar çok emek verdiğimi biliyorsunuz. 7 Ama babanız benim ücretimi on kez değiştirerek bana kötü davrandıysa da, Allah onun bana daha çok kötülük yapmasına izin vermedi. 8 Ücretin, noktalılar olsun dediği halde tüm koyunlar benekli doğuruyor ve ücretin alaca olanlar olsun dediğinde de tüm koyunlar alaca doğuruyordu. 9 Bu nedenle Allah, babanızın malını alıp bana verdi.” 

Laban’ın şeytanî bir kurnazlıkla işçisinin ücretini “ğarar/belirsiz şartlara” bağlayarak kâr etme isteğinde olduğunu görüyoruz. İşveren normal şartlar altında sürekli kazanabileceği bir kumar gibi şartlar icat ediyor. Benekli, alacalı vb… Bir şart tutmayınca başka bir belirsiz şart icat ediyor. Anlaşma şartlarını “on kez değiştiriyor.” İşçisine emeği karşılığında vermesi gereken ecri içine sindiremiyor. Ona ne verse çok görüyor. 

Emekçinin muhtaçlığından da yararlanarak kumar gibi olmadık şartlar belirliyor. Ancak burada asıl kavgayı ilahi adalete karşı verdiğini, mal hırsından kör olan gözleri göremiyor. Başka ilahi yasalara, insanın niyet ve fiillerine göre olumlu ve olumsuz olarak işleyen yasalara yeniliyor. Kur’an-ı Kerim’deki bahçe sahipleri kıssasında bahçenin tarumar olması, Hz. İbrahim’in ateşte yanmaması, karısı Sare’nin yaşlanmışken çocuk doğurması… vb konularda olduğu gibi. 

İşveren Laban ilahi adaletin evrensel eşitlikçi bir zeminde adaletle paylaşım yasalarını yok sayarak işçisini sömürmeye kalkınca, hayvanlar normalde benekliler ve alacalılar istisna iken, adeta asıla dönüşüyorlar ve tümü alacalı ya da benekli doğuyor. İlahi adalet üretilen değerin adil paylaşımını önlemeye ve emeği sömürmeye yönelik tuzakları boşa çıkarıyor.

“10 Sürüler kızıştıkları mevsimde rüyada gözlerimi kaldırmış ve işte sürülerle birleşen tekelerle koçların alaca, noktalı ve benekli olduğunu gördüm. 11 Ve Allah’ın Meleği bana düşümde: ‘Ey! Yakup’ … 12…Şimdi gözlerini kaldır da sürülerle birleşen tekelerle koçlara bak. Tümü alaca, noktalı ve beneklidir. Çünkü Laban’ın sana ne yaptığını gördüm. (Tevrat, Tekvin, 31. Bölüm)

Laban’ın Yakub’a neler yaptığını gören Allah, enflasyon kaybını zam diye yutturanları, büyüme rakamlarını taban maaşlara ve tüm ücretlere yansıtmayanları, tarihin tüm döneminde doğrulukları yalnızca inananlarını bağlayan iktisat postulalarının, kavram kargaşalarıyla ve piyasa şartları mavallarıyla emeğiyle geçinenleri aldatan ve hor görenleri de görmektedir. 

Hz Musa’ya hitaben; “7 Rabb dedi ki: “Gerçekten ben Mısır’da olan kavmimin sıkıntısını gördüm ve angaryacıların yüzünden olan bağırışlarını işittim; çünkü emeklerini biliyorum.” (Tevrat, Çıkış, 3. Bölüm). Rabb bu günde; 2857 Sayılı İş yasasının 63. maddesi: İş ve çalışma sürelerini düzenlemesine, çalışma süresi günde 8, ayda 40 saat, mesai altı iş günü olursa günlük çalışma saati 7,5, olmasına rağmen asgari ücretli günlük 12, saat haftada 6 gün, toplam 72 saat çalıştırarak 36 saat “angarya” yüklenmektedir. Angarya, anayasal olarak güya yasak, bu konuda ilgililer hiçbir çaba göstermiyor. Bu ülkede on iki milyon asgari ücretli var. Gördükleri muamele bu… Musa’nın Rabbi işverenleri, onları görmeyen yetkilileri ve bu zulme karşı yeterli çaba sarf etmeyen sendikacıları da görmektedir elbet.

Tevrat, ahir zaman alametlerini sayarken adeta günümüzü tasvir ediyor. “10 Erdem birçoklarında aranacak; ama bir türlü bulunmayacak. Böylece haksızlık ve karaborsa yeryüzünde çoğalacaktır.” 11 Bir kent yakın bir kente şöyle seslenecek: ‘Hak ve adalet eden hiç kimse ortalıkta yok mudur?’ O da: “Yok”, diyecek. 12 O zaman artık insanlar kendi ereğine erişemeyecekler, zorluk çekecekler; emeklerinin karşılığını alamayacaklardır.” (Tevrat, Ezra, 5. Bölüm)

Günümüzde işverenler; “İşine gelirse çalış, ücret ve şartlar bu. Sokaklar işsiz dolu,” diyebiliyor. İlginçtir; bunların ben Müslüman’ım diyenleri bile var. Evine o gün ekmek götürmezse çocukları açlıkla karşı karşıya kalacak insanları, karaborsacı bir mantıkla sıkıştırıp, işi her halükarda kabul etmek zorunda olanları sömürü kıvamına getiren Müslümanlar!

Yirmi yaşında civanlara yurt savunması için hayatınızı verin derken, gazi olarak evlerine dönüp, iş için kapılarını çaldıklarında “onlara iş ve adil bir ücret ver” dediğimizde, adil ücreti ödemektense, yurtdışına kaçmayı yeğliyorlar. Yurt savunması için hayatını ortaya koymayan genç “vatan haini”, aynı amaç için malını ortaya koymayıp yurt dışına kaçan işadamı! Oluyor. Kalp kayınca kafa nasıl da kayıyor Allah’ım.

Emek işletmeye üretilen değere katkısı oranında ortaktır. Emek işletmeden belli bir geçimlik alsa, yılsonunda hesaplanacak kârdan payına düşenle isterse ayrılsa veya işletmeye kendi payına düşen miktar kadar hissedar olsa, işletme başka ortaklıklara açık olsa, işletme nasıl zarar eder? İşçi ücret işletmeye nasıl yük olur? Bunu biri bana anlatsın. Ben anlamıyorum.

Ey kavmim! Bu gün aramızda erdem, hak ve adaletten yana, emeğin karşılığının Allah’a rağmen, “piyasa şartlarıyla” değil de adaletle eşitlik ve adalet zemininde aranması için eliyle düzeltecek yok, diliyle mücahede eden ne kadar az aramızda? Piyasanın ne kadar serbest(!) olduğunu, et, balık, meyve ve sebze konularında koca devletin mafyanın elinde nasıl oyuncak olduğundan anladık. Karpuz tarlada 10 kuruş manavda 1,50 TL.

“13… Ücretlinin ücreti sabaha kadar bir gece bile senin yanında kalmasın.” (Tevrat, Levililer, 19. Bölüm). Ücret adaletini sabaha kadar değil kıyamet günü sabahına kadar erteleyeler ve buna meşruiyet sağlayan sendikacılar bilmelidir ki “din günü” (El-Fatiha) adlarını bilmedikleri milyonlarca insan yakalarına yapışacak. 

“17 Görevleriyle uğraşan yaşlılar özellikle sözde ve öğretimde emek verenler, iki kat ikrama layık görülsün. 18 Çünkü Kitap buyuruyor ki: “Harman döven öküzün ağzını bağlamayacaksın ve işçi kendi ücretini hak eder.” (İncil, Timeteos, 5. Bölüm). Türkiye’de eğitimcilerin ücretleri hesaplanırken neyle kıyaslıyorlar anlayabilmiş değiliz. Asgari Ücret Komisyonu üyeleri ve siyasilerin kendi ücretleriyle kıyaslamadıkları kesin. Eğer piyasa olsaydı piyasada en düşük ücret bağımsız çalışan ev temizlik işçilerinindir. Yevmiyeleri 100 TL, haftada beş gün çalıştıklarında ayda 2000 TL ediyor. Köylerde duvar ustalarının yevmiyeleri 100-150 TL, iki öğün yemek hariç. On beş yıllık bir öğretmen haftada beş gün çalışarak 1600 TL maaş alıyor. Bir başka kriter, dört kişilik bir ailenin geçim standardı. Devlet üretme çiftliğinde dört at için yapılan aylık harcama 4000 TL civarında iken, aynı devlet öğretimde emek verenlerin dört kişilik aileleri için 1600 TL takdir ediyor. Ahd-i Cedit iki katı ücret verin derken bizimkiler tam tersi dörtte bir ücret veriyor. Öyle ya İncil “muharref” bizim kafalarımız ve vicdanlarımız salim!

“1 Ey zenginler gelin üstünüze gelecek belalar için bağırarak ağlayın. 2 Malınız çürümüş ve giysilerinizi güve yemiştir. 3 Altın ile gümüşünüz paslanmıştır. Onların pası size karşı tanıklık için olacak ve etinizi ateş gibi yiyecektir. Çünkü son günler için hazine yığdınız. 4 İşte tarlalarınızı biçen işçilerin verilmeyen ücreti bağırıyor ve orakçıların bağrışı Orduların Rabbi’nin kulağına erişti. 5 Yeryüzünde zevk ve eğlenceyle yaşadınız; yüreklerinizi ‘suç gününde’ olduğu gibi beslediniz. 6 Doğruluğa karşı cezalandırıp onu öldürdünüz ve o size karşı gelemiyor! 7 Şimdi ey kardeşler Rabbin ortaya çıkışına dek dayanın! İşte çiftçi toprağın değerli ürününü bekliyor ve onun için ilk ve son yağmuru alıncaya dek sabrediyor. 8 Siz de sabredip yüreğinizi sağlamlaştırın; çünkü Rabbin (intikam için) gelişi yakındır!” ( İncil, Yakub’un Mektubu, 5. Bölüm)

“14 Gerek kardeşlerinden, gerek ülkendeki kentlerde olan yabancılardan olsun; yoksul ve gereksinimi olan işciye sıkıntı verme! 15 Hemen o gün, daha güneş batmadan ücretini ver. Çünkü fakir olduğundan canı onu istiyor! Sakın sana karşı Rabbi çağırmasın…” (Tevrat, Tesniye, 24. Bölüm)

“19 Sana iş yapanın ücreti yanında gecikmesin; onu daha o saatte ver. Eğer sen de Rabb’e hizmet edersen sana da ücretin verilecektir.” (Tevrat, Tobit, 4. bölüm)

“26 Irgatın ücretinden kesen de kan dokuyor.” (Tevrat, Şirak Oğlu Yeşu’nun Bilgelik Kitabı, Eklesiyastikus, 34. Bölüm) 

“4 Ama çalışanın ücreti bir lütuf değil; ancak hakkıdır.” (Pavlus’un Roma Mektubu, 4. Bölüm). Biz bunu ağalara, patronlara, asgari ücret komisyonundakilere, sendikacılara, uzlaştırma kurulundakilere ve hükümetlere anlatamadık. Anlamadılar. Çünkü anlayan kalplerdir. 

Heyhat! Müslümanız öyle mi? İslâm bize zekât verirken bile “bu benim malımdaki senin hakkın, ne olur onu al ve beni ateşten kurtar” dememizi isterken, sırtına binerek mal mülk sahibi olduğumuz insanlara iş verdiğimiz için töhmet altına alıyoruz, ücret pazarlığında sokağı gösteriyoruz ve eşitiz! 

“7 “… İşçi kendi ücretini hak eder…” (İncil, Luka, 10. Bölüm) “Kamu çalışanlarının bütçeye ek yük getirdiklerini” söylemek başa kakmaktır. Adil bir ücret istediği için azarlanan öğretmenler “…boynuzlu koyundan hakkını alacaklardır.” 

Hz. Muhammed (sav); “(Allah) Üç kimsenin kıyamet gününe hasmı bizzat benim. (Diyor) 

1. Benim namıma verip haksızlık eden

2. Hür bir kimseyi satıp parasını yiyen, 

3. Bir işçi tutup çalıştırdıktan sonra ücretini hakkıyla vermeyen.” (Kudsî hadîs, Buhârî) 

“…Erkeklere kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır…” (Kuran-ı Kerim, Nisa: 32). Üretilen değer üzerinde işçi ve işverenin payını adilane olarak nasıl belirleyeceğiz?

Allah’ın son Nebisi’nin kavli, üretilen değerin yarısından aşağısını emeğe vermeyi kerih görüyor ve kendisi üretilen değerin yarısını emeğe veriyor. Kölesine yediğinden yediriyor, giydiğinden giydiriyor. Taşıyamayacağı yükü yüklemiyor. (er-Rûdânî, Cem’ül-Fevâid, 4998, 4863, 4865,4872, İz Yayıncılık)

“Emeğin üretim süreçleri boyunca geçimliği üretilen değerin masrafı olarak sayılıyor ve paylaşım oranına dâhil edilmiyor.” (Yrd. Doc. Dr.Recep Ulusoy, Mudarebe)

Bütün bu sözlerden sonra konu hakkında kafa yoranların özellikle emekten yana olanların gözden kaçırmaması gereken bazı prensipler tespit etmeye çalıştım.

1. Ücretin ne olduğunun belirlenmesinden önce, üretilen değer içinde emekçilerden ve sermayedarlardan bağımsız, emeğin ve sermayenin payları olarak belirlenmesi gerekir. 

2. Harcanan kalori ve zaman, toplam üretim değerinden aldıkları payı emekçilerin kendi aralarında, adil bir şekilde bölüşebilmeleri için gereken ölçülerdir. Aynı şekilde, sermayedar birden fazla ise, üretilen değer üzerindeki paylarının üretime kattıkları sermaye oranında olması gibi.

3. Geçim standardı, yoksulluk sınırı, yaşam standardı gibi kavramlar, bir işverenin ya da devletin ücret belirlemesinin ölçüsü olamaz. Bunlar ancak sosyal devletin karşılıksız yardımlarının seviyesini belirlemek için ölçü olabilirler.

4. “Tarihte ve günümüzde uygulanan ücret sistemlerinin temelde üç modeli vardır. Ortaklık, ücretlilik, kölelik.”(Ekonomik Adalet Mümkündür, Hasan Köse, Özgün İrade Dergisi, Temmuz 2004) İnsan onuruna, hürriyetine ve eşitlik anlayışına en uygun ücret sistemi emek- sermaye ortaklığı olduğu akıldan uzak tutulmamalıdır. 

5. Ücret’e mutlaka üretime ortaklık anlayışı perspektifinden bakılmalıdır.

6. Tüm insanların eşitliği prensibini kabul eden hiçbir şahıs, hiçbir işletme ya da devlet, aynı işi yapan iki kişiye farklı ücret verememelidir. Farklılıklar emekçiler arasında katmanlaşmaya ve adaletsizliğin derinleşmesine sebep olmaktadır.

7. Emek üretimin diğer yarısıdır. Emek olmaksızın üretimin olabilmesi muhaldir.

8. Mülkiyetin adil paylaşımı, servetin adil yollarla dolaşımı “belli insanlar arasında dönen bir güç haline gelmemesi” (Haşr: 7), İslam dininin siyasi ve ekonomik sistemleri kurma ve etkileme noktasında olan Müslümanlara açık emridir.

9. Kur’an insanın varlık sebebini “… ancak (Allah’a) kulluk…” (Zâriyât: 56) ve “…yeryüzünde (Allah’ın) halîfeliği…” (Bakara: 30) olduğunu beyan etmektedir.

10. “Yalnız Allah’a kulluğa üç vasıta ile ulaşılabilir: a- Maddî, manevî, hukukî ve iktisadî tam hürriyet b- İnsanlar arasında eşitlik, c- Sosyal dayanışma.” (Hayrettin Karaman, İslâm’da İşçi-İşveren İlişkileri -Haklar, Anlaşmazlıklar, Çözümler-) 
( http://www.adilmedya.com/makale.asp?yazid=37&id=715 )

YORUM GÖNDER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz