Geçmişten Geleceğe Köprü

 Hazırlayan:
Kamil BAYRAKTAR
 Gazeteci Yazar

Tecrübe denilen gerçek geçmişe bağlayan hafıza, vatan olmuş bu toprağa bağlayan kök, geçmişle gelecek arasında bir köprü özelliğinden dolayı birey ve toplum için çok önemli bir hüviyet taşıdığı gibi devlet için de aynı kategoride bir anlam ifade etmektedir. Onun içindir ki tecrübe ve bilginin esaslığı vurgulanmış, “buna bir de inanmış yüreği katın, her zorluğu aşarsınız” denilmiştir.

Tecrübe para ile satın alınır bir şey değildir. Ancak yaşanarak kazanılan bir gerçektir. Şüphesiz tecrübe gerçeğinin en büyük faydası bizzat öznesi ya da nesnesi olanadır. Baştan geçen olay ister nesne ister özne olarak insanın hayat hikayesinde yer alsın, failine mutlaka çok şey kazandırmaktadır. Kazandırdığı en büyük şey de ibret almak, ders almak ve sonraki adımlarını ona göre atmayı bilmektir. Eğer sütten ağız yanmaya yol açmışsa yoğurdu bile üfleyerek yemeyi tercih etmek, bir fırsatı kaçırmışsa “kaçan balık büyük olur” düsturu ile bundan sonraki hiç bir fırsatta ihmalkâr davranmamak vs’dir. Bu açıdan bakıldığında “tecrübe bütün öğretmenlerin en iyisidir”, “bir tecrübe dikeni bir yığın ikazdan daha değerlidir”, “tecrübe en önemli kazançtır”, “her şeyi kaybetseniz bile tecrübeleriniz size kalır.” 

Atasözlerinin kaynağı

Tecrübe denilen ve paha biçilmez bir özellik taşıyan olaylar, sonuçları itibariyle bazen öyle bir kural haline dönüşürler ki bu hal halk dilinde “atasözleri” denilen klişe sözlere bile bürünürler. Onun içindir ki atasözleri için “Geniş halk kitlelerinin yüzyıllardan beri geçirdiği denemelerden ve bu denemelerden oluşan düşüncelerden doğmuşlardır” yargısı söz konusudur. Dolayısıyla “Bir musibet bin nasihatten iyidir”, “Öfke ile kalkan zarar ile oturur” ata sözleri öyle sıradan sözler olmayıp bizzat, bir, bin, belki de binlerce kez tecrübe hanesinde kendini bulmuş olaylar zincirinin bir tek cümleye indirgenmiş halidir. 

“Hiç ibret alınsaydı…”

Tecrübe denilen ve yaşlanarak değil ama bizzat yaşanarak hem insanın kendi hem de tarihin hafızasına kazınan gerçek, yeniden ve bizzat yaşanarak öğrenilmeye kalkıldığında evet belki en iyi öğretmen özelliği taşımaktadır, yalnız bu öğretmenin ders verdiği okulun masraflarının çok ağırlığı da ayrı bir gerçektir. Dolayısıyla yapılması gereken akıllı iş böyle bir faturanın yükü altına girme yerine tecrübe öğretmenlerinin tecrübesini paylaşmaktır. Çünkü bir kişinin yaşadığı kötü bir tecrübe ya da bir aksaklık, paylaşılırsa diğer bir kişinin, aynı sorunla üzülmesini, kırılmasını, hayatında onarılmaz yaralar açılmasını önleyebilir. İşte bu yüzdendir ki Voltaire, “Acaba dünyada başkalarının tecrübelerinden istifade edecek kadar akıllı bir insan var mıdır?” diye sormaktadır. Merhum Mehmet Âkif Ersoy ise, “tarih”i bir nev’i tecrübe olarak da nitelersek “Tarihi tekerrürdür diyorlar / Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi!?” diyerek tarihin tecrübesinden istifade etmenin önemini ortaya koymaktadır. 

Denize ulaşmak için ırmağı takip gerek

Tecrübe gerçeği birey ve toplum için çok önemli bir hüviyet taşıdığı gibi devlet için de aynı kategoride bir anlam ifade etmektedir. Onun içindir ki tecrübe “bilimlerin anası” olarak nitelendirilmiş, tecrübe ve bilginin esaslığı vurgulanmış, “buna bir de inanmış yüreği katın, her zorluğu aşarsınız” denilmiştir. Her bireyin, her toplumun, her milletin, her devletin ulaşmak istediği bir denizi vardır. Elbette Müslüman Türk’ün de, Müslüman Türk toplumunun oluşturduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de vardır, olmalıdır. Bu denize ulaşmanın yollarından biri de tecrübe ırmağını takip etmektir.

Hayatın imbiğinden geçmişler

“Tecrübe konuşuyor” adlı bu yazı dizimizde, hayatın imbiğinden geçmiş, “hayat” denilen ve gerçekten de “bizzat yaşanarak yaşlanmışlığın” keskin hatları, ellerindeki nasırda, yüzlerindeki çizgide, gözlerindeki bazen keskin, bazen dalgın, bazen hüzünlü, bazen gülümseyen bakışta, görmesini bilenler için görülebilecek kadar belirgin şekilde kendini gösteren ve Müslüman Türk kültüründe yer etmiş bir tabirle hepsi birer “ak sakallılar meclisi”nin üyeleri olmaya hak kazanmış yaştaki yaşlı çınarların bizzat özne ya da nesnesi oldukları tecrübeleri var. Bazen 107’ye, bazen 101’e, bazen 90’a, bazen 76’ya ulaşmış yaşları itibariyle herkese de nasip olmayacak şekilde gün görmüş, devir görmüşlüklerinin ışığında, yol göstericiliğinde söylenmiş kulaklara küpe sözleri var. Bazen de yaşı her ne kadar “ak sakallılar meclisi”nde yer almaya müsait olmasa da bir savrulma sonucu kendini Almanya’da bularak, Türkiye’nin, kendi öz evladı dahil bu öz evlatlardan doğan nesilleri de, hem bu nesiller hem de bizzat Türkiye açısından büyük bir tehlikenin içine sürükleme yanlışının özetini 23 yıllık “iki arada bir derede”liğine sığdıran 40 yaşındaki bir aile babasının “Ah vatan! Ah vatan!” şeklinde inleyişi var. Hepsinden önemlisi, bu toprakların vatan kalması için oğlu, “Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” sözünü kendi canında test eden bir annenin belki de herkesten daha çok söz sahibi olması gerektiği hatırda tutulmak kaydıyla okunması gereken ifadeleri var.

Toprağa bağlayan kökler.

“Tecrübe Konuşuyor”un faili insanların sözlerini, hayat tecrübelerini, öğütlerini okuyanlar sadece okudukları şeyleri dağarcıklarına yerleştirmekle kalmayacak elbette.

Bu satırların yazarı olarak Trabzon’un, Şalpazarı İlçesi Geyikli Beldesi’nden bu insanların geç de olsa hayatta kalanlarının farkına varması gibi bir kazancın içinde kendilerini bulma imkanına kavuşacaklarıdır ümit edilen… Beklenen, hayatta iken istifade edemedikleri nice geçmişe bağlayan hafıza, vatan olmuş bu toprağa bağlayan kök, geçmişle gelecek arasında köprülerden hiç olmazsa ayakta kalanlar hanesinde yer alanların farkına varacaklarıdır… Özlenen, “Bari hafıza, kök olarak istifade edemedik. Hiç olmazsa geleceğimize ışık tutan yol olarak istifade edelim” diyebilme şansını yakalayacaklarıdır… İstenen ise özellikle “Şaşarım da ebeveyni hayatta iken cenneti kazanamayan evladın haline şaşarım” şeklindeki Hz. Peygamber sözünün ışığında bu yaşlı çınarların paha biçilmez kıymetlerinin bilineceğidir. 

ULU SÖZ DİNLEMEYEN…

Atalarımızın uzun gözlem ve tecrübeleri sonunda vardıkları sonuçlar, yüzyılların oluşturduğu biçimle kalıplaşmış bir şekilde hükümleri hikmetli birer özlü söz haline dönüşmüştür. “Tecrübe”lerin bir tek cümlede kendini bulan bu sözle ifadelerine “atasözleri” denilmiştir. Hemen herkes ve her kurumun ders alması gerektiği atasözlerinden bazılarını şöyle sıralamak mümkündür:

* Abanın kadri yağmurda bilinir.
* Acele ile menzil alınmaz.
* Aç, elini kora sokar.
* Açık yaraya tuz ekilmez.
* Adam adama yük değil, can gövdeye mülk değil.
* Âdeme devlet kendi ayağıyla gelmez.
* Âdilin adaleti âlemi ıslah eder.
* Ağacı kurt, insanı dert yer.
* Alçak yerde yatma sel alır, yüksek yerde yatma yel alır.
* Allah dağına göre kar verir.
* Altın yere düşmekle pul olmaz.
* Arpa eken buğday biçmez.
* Atılan ok geri dönmez.
* Ayağı yürüten baştır. 
* Baca eğri de olsa duman doğru çıkar.
* Başını aceme berbere teslim eden pamuğunu cebinde taşısın.
* Bir göz ağlarken öbür göz gülmez. 
* Borçlunun dili kısa gerek.
* Büyüklerin sözü altın gibidir, yerde kalmaz.
* Çanağına ne doğrarsan kaşığına o çıkar.
* Dağ ne kadar yüce olsa yol onun üstünden aşar.
* Dolu bardak su almaz. 
* Dolu küpün sesi çıkmaz.
* Dost, dostun eğerlenmiş atıdır.
* Gönül bir sırça saraydır, kırılırsa yapılmaz.
* Hırsız evden olursa bulunması zor olur.
* Kanı kanla yumazlar, kanı su ile yurlar.
* Kaynayan kazan kapak tutmaz.
* Kork Allah’tan korkmayandan. 
* Kurt dumanlı havayı sever.
* Mahkeme kadıya mülk olmaz. 
* Mayasız yoğurt tutmaz. 
* Misafir on kısmetle gelir, birisini yer dokuzunu bırakır.
* Rüşvet kapıdan girince iman bacadan çıkar.
* Su başından kesilir.
* Şeytanla kabak ekenin, kabak başına patlar.
* Ulu söz dinlemeyen uyuyakalır.
* Yel kayadan ne koparır?
* Yol yürümekle borç ödemekle tükenir.

TECRÜBE ADLI HAZİNE

Yaşanmış tecrübelerden evliya menkıbeleri bazen insanın, toplumun, zamanın öyle problemlerini çözer ki bunu hayatında tecrübe eden insan hemen “hazine üstünde oturan dilenci” olduğunun farkına varır. İşte o tecrübelerden biri Mustafa Necati Bursalı’nın Dinî Hikayeler adlı eserinde şöyle dile getirilmektedir: 
“İç gözlerine hikmet sürmesi çekilen iki büyük velî, Cüneyd-i Bağdadî ve İmam Şiblî, bir gün aynı anda hastalanmışlardı. Hıristiyan hekimlerinden birine haber gönderdiler. Önce Şibli’ye gitti ve dedi:
– Ey pîr, rahatsızlığın nedir?
Şiblî Hazretleri gülümsedi:
– Hiç, dedi, rahatsızlığım yok!…
Bu defa hekim Cüneyd Hazretlerinin huzuruna gitti ve sordu:
– Hâlin nicedir, ey âlem şeyhi?
Cüneyd, her şeyi olduğu gibi tek tek anlattı. Her ikisi de iyileştikten sonra karşılaştılar ve bu konuyu görüştüler. Önce Şiblî:
– Ey Cüneyd, dedi, niye bir hıristiyan doktora her şeyi anlattın? Bilmez misin ki o tamamiyle bize yabancı…
Cüneyd Hazretleri:
– Çünkü, dedi, o da bilsin ki, dost olana böyle yapıyor, ya düşman olanların hali nice olur?..
Cüneyd ılık gözlerini Şiblî’nin gözlerine dikip sordu:
– Peki, sen niçin hiçbir şey söylemedin?
Şiblî Hazretleri gün kadar aydın yüzünü göklere çevirip gülümsedi ve:
– Ben, dedi, dostu düşmana şikayet etmekten utandım!…” 

Hazırlayan:
Kamil BAYRAKTAR / Gazeteci Yazar

YORUM GÖNDER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz