Asırlar boyunca batı, doğu sahnesinde oryantalistler aracılığıyla hep gözlemleyen, seyreden, yargılayan, inceleyen, değerlendiren, doğu ise hep gözlemlenen, yargılanan, tasvir edilip, tanımlanan, batıya takdim edilip, tanıtılan konumunda olmuştur.
Oryantalistler, doğuluların içine karışarak, sosyal, ekonomik, siyasi ve dini hayata nüfuz etmişler, onlarla beraber yaşamışlar ve her kılığa girmişlerdir. Hangi çevrede, hangi ortamda bulunuyorlarsa kolayca uyum sağlayıp, onlardan görünmekten çekinmemişlerdir. Tekkelerde, tarikatlarda, medreselerde, camilerde dindar Müslüman rolü oynadıklarını, Müslümanlardan başkasının girmesi haram olan Mekke ve Medine’ye bile hac ve umre için gittiklerini, haber kaynağı gözüyle baktıkları Müslümanlara ve İslama hainlik etmekten, kötülükten, onları kandırmaktan hiç rahatsızlık duymadıklarını yine kendi kitaplarından öğreniyoruz.
Bilim adamı, araştırmacı, seyyah, gezgin, tüccar, misyoner, diplomat, asker, doktor, değişik iş ve meslekler erbabı olarak ve hiçbir engelle karşılaşmadan doğuyu karış karış gezip dolaşan, inceleyen oryantalistler, bilimsel kaynak kitaplar, klasik ve tarihi eserler, önemli yazılı belgeler, folklorik malzemeler, sanat eserleri velhasıl önemli ne buldularsa asırlar boyunca batıya taşıdılar. Bugün, çok önemli bazı kaynak eserlerin bile, hiçbir Müslüman ülkede bulunamayacak tek ve orijinal nüshalarını ancak batıdaki oryantalist merkezlerde bulabilmek mümkündür. Örneğin, Akkoyunlu Devleti’nin çökmeye başladığı dönemlerde yazıya geçirildiği tahmin edilen Dede Korkut Destanlarının en eski iki nüshasından biri Almanya Dresden Kitaplığı’nda (tam), altı hikâyenin bulunduğu eksik bir nüshası ise Vatikan’dadır.
Oryantalistlerin İslam öncesi dönemle ve medeniyetlerle ilgili fikirleri, görüş ve kanaatleri oldukça objektif olduğu halde, yaşayan doğu, özellikle İslam ve Müslümanlar hakkındaki söylemleri çok sübjektif, ön yargılı, bilimsellikten uzak, insanlık dışı, insafsız, düşmanca ve zalimcedir. Oryantalizmin doğu, İslam ve Müslümanlar üzerine asırların birikimi ile yerleşmiş, kesinleşmiş tanımlamaları, tasvirleri, haksız genellemeleri, uydurduğu varsayımları, adeta yasa haline gelmiş genel kabulleri, ön yargıları, belli amaçları, ölçü ve kriterleri vardır. Hiç kimse, hele bir oryantalist asla bunların dışına çıkamaz. Çıkanlar hemen ayıklanır. Örneğin; William Whiston, sırf İslama karşı duyduğu sempati hisleri yüzünden, 1709 yılında Cambridge’den kovulmuştu. Tabii bu tek örnek değildir, pek çok başka örnekler de vardır.
Yüzbinlerce oryantalist, tüm doğuyu karış karış dolaşıp gözlemler yaptılar. Yaptıkları tanımlamalarda öncelikle kendi ön yargılı, kötü niyetli kişisel gözlemlerini kullanan Oryantalistler, hep olumsuz örnekleri alıp, toplumun tamamına genellediler.
Oryantalistler tarafından yazılmış eserlerde doğu ve doğulular hakkındaki tanımlamalar son derece peşin hükümlü, haksız, insanlık dışı ve düşmancadır. Oryantalistlerin gözünde doğulular genelde; kafir, zındık, yabani, tembel, uyuşuk, pasif, hissiz, sıkıcı, çekilmez, katlanılmaz, akılsız, mantıksız, yalancı, hain, korkak, aciz, zayıf, geri kafalı, dalkavuk, entrikacı, hilebaz, kurnaz, çocuksu, saf, aptal, ilgisiz, intikamcı, kavgacı, acımasız, barış duygusu olmayan, zamana değer vermeyen, yağmacı, hırsız, kibirli, bencil, kuşkucu, kindar, menfaatçi, ilkel, kişiliksiz, karaktersiz, ahlaksız, adi, bayağı, sefil, suskun, tepkisiz, aç, yeteneksiz, güvenilmez, her şeye ve herkese düşman, kafaları karışık, düşünce sistemi düzensiz ve dağınık, bilim ve tekniğe yabancı, enerji ve inisiyatif yoksunu, çekip çevrilebilir, sanayi, ticaret ve ekonomiden anlamaz, aşağı ırktan, gerçekleri görüp dile getiremez, üstün değerleri öğrenemez ve kabul etmez, özgürlük bilinci oluşmadığı için köle olarak kalmaları ve köle muamelesi görmeleri, hastalıklarla savaşıldığı gibi savaşılmaları, hep cezalandırılmaları, tedip edilmeleri, itilip kakılmaları, öldürülüp yok edilmeleri, batılılar tarafından eğitilmeleri, eritilmeleri, tehlike olmaktan çıkarılmaları, batıya benzetilmeleri, sınırlandırılıp yönetilmeleri gereken, kendi kendilerini düzeltmeye, kendi yollarını izlemeye hakları olmayan yaratıklardır. Yine oryantalistler tarafından batılılar ise; erdemli, faziletli, akıllı, mantıklı, bilgili, güçlü, kuvvetli, kabiliyetli, objektif, pozitif, normal, üstün değerlere ve üstün kültüre sahip, üstün ırktan gelen, büyük dünya gerçeğini tanıyarak ona yeni bir şekil vermiş, doğuyu gütmesi ve yönetmesi gereken insanlar olarak tanımlanmakta ve tasvir edilmektedirler.
Kendisi hakkında yapılan tetkik ve incelemelerde doğu hiçbir zaman işin içinde olamamış, sadece oryantalistler tarafından temsil edilmiş, kendisini gerçek kimliğiyle tanıtamamış, takdim edememiş, “Hayır bunlar doğru değildir, iftiradır, yalandır, yanlıştır, maksatlıdır, münferit gözlemlerinizi genelleyerek beni olduğumdan farklı tanıtamazsınız, beni görmek istediğiniz gibi gösteremezsiniz, ben hiç de sizin göstermek istediğiniz gibi değilim, benim çok üstün bir kültürüm, dünyada pek az topluma nasip olabilecek üstün niteliklerim, faziletlerim, özelliklerim var, onlar da şunlar, şunlar, şunlardır.” diye kendisini ortaya koyamamıştır.
Batı bugün eriştiği bilimsel seviyesini temelde doğuya borçlu olduğu, ilmi, sanatı Müslümanlardan öğrendiği halde; oryantalistler bunun üzerinde pek durmazlar, Müslümanların en azından yükselme ve fetihler devrindeki yüksek kültürlerinden, ahlak ve faziletlerinden hiç bahsetmezler. Halbuki insan, hele bir bilim adamı eleştirilerinde tarafsız olmalı, iyi nitelikler, ahlak ve faziletler kimde bulunursa bulunsun takdir etmeli, hata, kusur, yanlışlık, zulüm ve haksızlık kimde olursa olsun eleştirmeli, tek tek kişilerde gördüğü olumsuzlukları da toplumun tamamına teşmil ederek, herkesi birden suçlamamalıdır. Bilimsel zihniyet bunu gerektirir. Bu yüzden oryantalizme bir bilim dalı olarak değil, topladığı sınırsız bilgi ve verileri doğunun boyunduruk altına alınmasında kullanan bir doktrinler ve uygulamalar paketi olarak bakılmaktadır.