“Dikkat edin! Sakın bir kişi (dahi) Tanrı’nın lûtfundan yoksun kalmasın ve sakın acı bir kök filizlenerek size sıkıntı vermesin (insanlar gam yutmasınlar). Çünkü birçokları onun sebebiyle düştüler (helak oldular) (1)
İş verimliliği ve kalitesi, fazla mesai ve düşük ücretle doğru orantılı değildir. Bilakis çalışanın işi dışında insanî sosyal etkinlikler, spor, sanat, kültür ve eğitim için vakit ve imkân bulabiliyor olması, yaşam kalitesinin yükselmesi, yaratıcılığını ve iş verimini artırmaktadır. Gizli grev, istenç dışı moral düşüklüğü nedeniyle ayak sürümedir. Küskünlük; işe ve işverene inançsızlığı doğurur. İşe, işverene kendine, ülkeye ve insanlık değerlerine karşı bir olumsuz tutum alış haline gelir. İş verimi ve kalitesi düşer.
Günde 12 saat çalışan, tek maaşlı, kira ödeyen birinin yaşamına bakalım. Sabah iki saat işe ulaşmak için akşam da bir saat eve ulaşmak için geçmektedir. Uyku için 7 saat ayırdığımızda, diğer insani etkinlikler; yeme- içme temizlik, alış-veriş, eğlence, eğitim, sanat, ailesiyle ve çocuklarıyla birlikte olmak için kalan toplam süre 2 saattir. Bunun 6 gün olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, özgürlüğün, eşitliğin, adaletin ve insan haklarının bunca gargara edildiği bir çağda trajikomik bir şekilde köleliğin matlup hale geldiğini görüyoruz.
Yapılan antropolojik ve sosyolojik çalışmalarda, araştırmacılar arasında fikir birliği olan konulardan biri de, “avcı-toplayıcı toplumların, tarım ve sanayi toplumlarından daha insani bir yaşam kalitesine sahip olduklarıdır. Günlük olarak; bir kamp/oba içindeki iki kişinin 5-6 saat çalışmasının yeterli olduğu ve geri kalan zamanlarını birbirlerine ayırdıkları görülmüştür.”(2) Bir kampın en az 10-15 kişi olduğunu düşünürsek günlük çalışma süresi kişi başına 1-2 saattir. O halde gelişen teknoloji ve karmaşık sosyal ve kültürel ilişkiler insanî olanın aleyhine gelişmiştir. Bunu insanî olanın lehine çevirmek, mülkiyet ilişkilerini en yalın ve basit halinde anlamakla mümkün olacaktır. Meşru olarak edinildiği düşünülen haklar(!) Kurulan ilişki ve yapılan akitler, hakkaniyet temelli olarak değil, genellikle güç dengelerine göre oluşmuştur. Bu ilişkilerin en temelden sorgulanarak yeniden oluşturulması gerekir.
İnsan mülkiyet ilişkisini temelden sorgulamayan Müslümanlar, mülkiyetin üretilmesi aşamasında, tüm insanların Allah’ın halifesi (3) olduğu ve yeryüzünü imarı (4) ve insanların ıslahıyla (5) görevli olduğu inancı yerine, bir şekilde suyun başına diğerlerinden önce varan zümrenin görevli olduğu fikrini fiilen itikat edinmişlerdir. Oysa eşitlikçi bir zeminde adil bir yaklaşıma sahip olup “yeryüzünü fesada uğratanlardan”(6) farkları olmalıydı. Müslümanların geçmişte saltanatların bütün olumsuzluklarına rağmen, parlak bir medeniyet inşa edebilmiş olmaları bu prensiplerle olmuştur. Devir aldıkları dünyanın tüm ilişkilerini yeniden dizayn etmişlerdir. “İnsanlara mutlu olabilecekleri eğitim, spor ve sanatla uğraşabilecekleri yaşam düzeyi ve süresi bırakmayan hiçbir toplum yüksek medeniyetler yaratamaz.”(7)
Amerika’da bazı şirketler; ücretlerde ciddi artışlar yaparak, haftada 4 gün, günde 10, ayda 40 saat çalışmayı denemiş ve iş veriminin arttığını gözlemlemişlerdir.(8) Emekçinin uzun süreli çalıştırılması daha verimli ve kaliteli işler üretilmesine yol açmaz, düşük ücret de işletme için kısa vadede kâr gibi gözükse de, orta ve uzun vadede verim düşüklüğü ve kalitesizlik getirir. Ucuz işçi çalıştıran işletme ucuzdur. Kâr hırsı irrasyonel ve şeytani bölüşüm de adalet ve eşitlik arayışı rahmanîdir.(9) Fransa’da 2000 yılından beri ayda 35, günde 7 saat haftada 5 gün çalışma süresini uygulamakta ve bir iş kaybı da gözlemlenmemektedir.
“13. yüzyılda, İngiltere’de yetişkin erkek köylü, yılda 1620 saat, 14. yüzyılda gündelikçi, 1440 saat, Ortaçağda işçi 2309 saat, 1400-1600 yılları arası yetişkin erkek çiftçi-madenci,1980 saat, 1840 yılında Ortalama işçi, 1105-1588 saat çalışmıştır. ABD’de 19. yüzyılın ilk yarısı 3500 saat, 1850’de ortalama işçi 1150-1650 saat, İngiltere de 1988’de İmalat işçileri 1855 saat, 2004’te Ortalama tam zamanlı işçi, Almanya ise 1480 saat çalışmıştır.” (10) “Hindistan’da 2008 yılı ortalama işçi çalışma süresi; 2817-3443 saat, 2004 yılında işçiler Kore’de 2390 saat, Polonya’da 1984 saat, Slovakya’da 1770 saat, Japonya’da 1828 saat, Fransa’da 1346 saat, Hollanda’da 1309 saat, ”Türkiye’de yasal olarak yıllık en fazla 2000, günlük 8 saat, eğer 6 gün çalışılırsa günlük 7 saat olmak zorunda iken, asgari ücretliler fiilen günlük en az 10 saat, haftalık 6 gün yıllık 2880 saat çalıştırılmaktadır. 1961- 1980 SSCB çalışma saatleriyle aynıdır.”(11) Ancak 2008 yılı Hindistan ortalamasından daha iyidir. Meksika ve Kolombiya’yı bile yıllık 624 saat geride bırakıyoruz. Bu verilerden, gelişmiş ülkelerin işçileri çok çalıştırıp fazla mesaisini çalarak ve düşük ücret vererek gelişmedikleri anlaşılıyor. Tam tersine iş güvencesi ve iş güvenliği içinde oluşan sinerji ile en fazla 8 saat çalıştırıp insanca yaşam imkânı sundukları için, verim artışıyla gelişmiş ülke olmuşlardır.
Çalışma karşılığında asgari ücret/minimum wage uygulanan insanlar hür ve eşit vatandaş statüsünde değildir. Zaten çalışmanın karşılığının asgari olarak ödenmesi, sömürge ülkelerinde sömürgecilerin sosyal patlamaları önlemek için uyguladıkları bir tedbir olarak doğmuştur.(12)
Asgari geçimlik; başlangıçta her insanın varlığı ya da yurttaş olmasının karşılığı olarak, dolayısıyla temel ihtiyaçlarının toplumca karşılanması zorunluluğu (zekât/infak) olarak doğmuş, tanımlanmış ve Müslümanlarca da yüz yıllarca iaşe, iane, havac-i asliye, geçimlik, aylık, üç aylık ve yıllık olarak uygulanmıştır. Buna kavramsal bir tanım getirmek gerekirse asgari aylık/ödenti denebilir. Çünkü bu aşamadaki ödenek her hangi bir iş/amel karşılığı değildir. Sosyal adaletin karşılığı olan bir yardımdır/ödentidir. “Batıda sanayi toplumlarında kavram Ryan’da, “kolektif sorumluluğun gereği” olarak, Living(13) Wage(14)/geçinmeye yetecek ödeme zorunluluğu anlamında kullanmıştır.(15) Bu anlam ücret/ecir/karşılık değil, aylık/ödentidir. Kavram içeriğinden daha önce Aquinas, Taparelli, Serbati sosyal adaletin tecellisi anlamında söz etmişlerdir.(16) 19. yüzyılın sonlarından itibaren bu kavramın vatandaşlara yapılması gereken kamu yardımı anlamından çıkarak, çalışanlara verilmesi gereken minimum wage/en az ücret anlamına kaymıştır. Böylece kamu yardımları işsiz olsa da sağlamları dışarıda tutmuştur.
1907’de Ernest AVES’i Yeni Zelanda ve Avustralya’ya gönderen Büyük Britanya Kralı, çalışanların dört kişilik aileleriyle birlikte rahatça geçimini sağlayacak miktarı (minimum wage) belirlemesini sağlamış(17), ancak bununla birlikte üç kişiyi bir çalışana, çalışanı da işverene yüklemiştir. Böylece kamu sorumluluğunun önemli bir bölümünden devleti kaçırmıştır. Aynı şartlarda ABD Massachusetts’te 1912 ABD Ulusal Meclisinde 1938’de yasalaştırılmıştır.(18) Uygulama daha sonra tüm dünyaya yayılmıştır.
20. Yüzyıl başlarındaki kavramsal ve olgusal kayma ile yük işletmelerin üzerine yıkılmıştır. Çalışanların bir eş ve iki çocuğunun havaic-i asliyesi, işletmelerin üzerinde kalmıştır. Bugün özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeleri zorlamakta olduğu görülmektedir. Bakım zorunluluğu kamunun/devletin sorumluluğunda olmasına rağmen bu doğrultuda bir irade ortaya koyamayan hükümetler, bu yetmezmiş gibi üstüne bir de asgari ücretten vergi almaktadırlar. Oysa ilan edilen asgari ücretle dört kişilik ailenin yoksulluk sınırı arasındaki farkı kamunun müreffeh tavanından tahsil edilerek “fakr ve meskenet”(19) içindeki tabana doğru bir füyuzat-ı devlet-i adl/dönüp dolaşan, zaman ve şartlara göre ayarlanan adil akar oluşturulmalıdır.
İşletmelerin üretilen değerin/toplam kârın -şeffaf ve denetlenebilir- yarısını çalışana adaletle bölüştürdüğünde, çalışanların havaic-i asliyesi karşılanamıyorsa, işçisinin yakınlarına yardım yapma sorumluluğu, komşularının sorumluluğundan daha fazla değildir. Bu sorumluluk, sosyal devletin, sosyal adalet kapsamındaki temel görev ve sorumluluğudur. Üretilen değerin yarısının emekçilere adaletle paylaştırılması ise ekonomik adalettir. Malın korunması hükmündedir. Malın üretilmesi, çoğaltılması aşamasında harcanan emeğin karşılığının korunmasıdır.
Üretilen değerin paylaşılması dönemlerinde/periyot kârın emekçilere nakdi ya da ayni olarak tamamen ödenmesi gerekmez. Emekçinin hak ettiği değer tespit edilip işletmeye o aranda ortak edilir. Şirkete giriş ve çıkış koşulları, kâr dağıtım sistemi işletmenin kendi alanı, koşulları ve zamanın şartlarına göre şirket ana sözleşmesinde ilkesel olarak belirlenir. Burada ayrıntıya gerek yoktur. Nitekim bugün şirketler halka açıldığı zaman rekabet güçlerini kaybetmiyorlar. Dolayısıyla emeğin, bir zaman sonra üretilen değerin paylaşımından doğan haklarıyla, işletmeye belli oranlarda sahip olması neden güç kaybettirsin? Aksine, güç kazandırır. Bu, ekonomik bir sarsıntı zamanında dayanım gücü, sermaye katma ve sermaye artırımı kolaylıkları, sermayenin tabana doğru doğal yayılımı nedeniyle sosyal risklerin azalması, üretim unsuru emeğin ekonomik olarak güçlenmesi, ulusal ekonomi üstünde siyasal oynanabilirliğin/manipülasyon zayıflaması gibi bir çok yararı da içinde barındıran bir modeldir.
İşletmelerde kârın belirlenmesinde, toplam kâr üzerinden adaletle tespit edilmesi gereken ücretler için şeffaflık esastır. Bu devlete beyan edilme biçimiyle olmaz. Emeğin işletmelerde muhasebatın tüm akışını bilmesi gerekir. Biliyoruz ki, Türkiye’de ortalama olarak devlete beyan edilen gelir ancak 1/3’dür. Üçte ikiyi gizleyip sonra da devletle vergi, emekçiyle ücret pazarlığına girişmek ahlakî değildir. Şeffaflık bu sorunu çözecektir. Emekçinin üretilen değere ortak olması, kontrolü mutlaklaştıracaktır.
Asgari ücret; emekçinin çalıştığı ve yaşadığı ülkede günlük 8 saat çalışması karşılığında 4 kişilik ailesine onurlu bir yaşam sunabileceği bir ücrettir. Dünyanın ekonomik açıdan güçlü olan ilk 20 ülkesinde -18. sıradaki Türkiye hariç- asgari ücret dört kişilik bir ailenin onurlu bir yaşam standardında yaşayabileceği hesabıyla belirlenmektedir. Türkiye, bu hesabı öğretmenlerin toplam gelirlerini -tam ek ders alanlar dâhil- belirlerken kullanıyor. Başka bir ifadeyle Gelişmiş 20 ülkenin Asgari ücret ortalaması 1200 Euro’dur. Bu yaklaşık 2500 TL yapar. Tam ek ders alan 15 yıllık bir öğretmenin eline geçen 2100 TL/1550 Euro’dur. Bu, Türkiye şartlarında yoksulluk sınırının altındadır. Türkiye’de Asgari Ücret diye belirlenen ise, Anayasanın 55. Maddesin ikinci paragrafında söz edilen kölelerin ücretidir. Anayasa aynı maddede iki sınıf insandan söz etmektedir. “Ücretleri adaletle belirlenecek olanlar ve ekonomik ve sosyal koşullar gözetilerek belirlenecek olanlar.”(20)
Bir de anayasanın tarif etmediği, kendi ücretlerini kendileri belirleyenler var. Onlar, bunu yaparken de asgari ücrette olduğu gibi “ülkenin ekonomik ve sosyal koşullarını” göz önünde bulundurarak yapıyorlar! Fakat aynı koşullara bakarak yapılan belirlemeden rakamlar her nedense ayrı çıkıyor. “Türkiye de; kişi başı milli gelir: 10.000 $, Milletvekili maaşı: 5.600 $. İki yılda emeklilik hak edip, çifte emekliliği yaş sınırı olmaksızın kazanıyorlar. Maaşlarının milli gelire oranı: % 56, yani kişi başına düşen milli gelirin % 56’sını net olarak alıyorlar.”(21) Asgari ücretse 420 $. Altmış yaşından önce emekli olamıyorlar. Milli gelire oranı % 4. Norveç’te kişi başı milli geliri: 98.000 $. Milletvekili maaşı: 7.500 $. Emeklilik: 65 yaşından sonradır. Milli gelire oranı: % 7.6. Maaşların milli gelire oranı en düşük Avrupa ülkesi % 4 ile İspanya en yüksek % 22 ile İtalya’dır. AB ortalaması % 13 iken Türkiye’de % 56 dır.(22) Asgari ücret uygulayan Avrupa ülkelerinde asgari ücret rakam olarak bizden iyi olmasına rağmen kendi ülkelerinde milli gelirlerine oranı bizden çokta farklı değildir. Çünkü mantık ayni işliyor.
Yukarıda da ifade ettiğim gibi, ekonomik ve sosyal şartlara göre belirlenmesi gereken asgari ücret (minimum wage) değil, asgari aylıktır (living wage). Kaldı ki, asgari ücret bir iktisadi saptırmadır. Çalışmanın azami, ücretin asgari olması nasıl bir adalettir? Ücrette adaletin sağlanması az ya da çok olmasıyla değil, üretilen değere katkısı oranında olmasıyla mümkündür. Hak edilen bir şeyin kamu gücüyle sosyal ve ekonomik koşullara bağlanması hukuksuzluktur, hakkın ilgası ve gaspıdır. AB ülkelerinden Almanya, Avusturya, Danimarka, İsveç ve İtalya’da asgari ücret uygulaması yoktur. Ücret herkes için ücrettir. Sosyal adalet sistemleri ise emek-ücret üzerinden değil, geçim yaşam ve temel ihtiyaçlar üzerinden yaklaşımlarla devlet ve sigorta sistemleri tarafından çözülmektedir. Söz konusu ettiğim ülkeler bu konularda bizden iyi olsalar da adil değildirler. Ücrette adalet, takdir edilenin değil hak edilenin alınmasıdır. Verilmesi bile demiyorum çünkü iki ortak arasında biri veren öbürü alan olamaz. Oranları farklı olabilir ancak kendilerine düşen oran bir lütuf değil, bir hak ediştir. Az ya da çok. Yeter ya da yetmez. Bunlar tamamen ayrı konulardır.
Kimdir bu ücretleri koşullara bağlanarak ödenen insancıklar! Beyaz Türk olmadıkları, Boğaz’daki yalılarda veya Nişantaşı’nda doğmadıkları kesin. Babaları Gayri Safi Milli Hâsıla’nın üretme aşamasında kendisine düşen görevi yılda 2880 saat 40 yıl çalışarak yapan, ancak pay etme aşamasında Samiri’nin buzağısının(23) arkasından girip, ağzından çıkarken rüzgârın oluşturduğu sese benzer ve yalnızca ekonomi rahiplerince yorumlanabilen hikmeti kedinden malul yasalarla, harmandan toz duman kovulanların çocukları. Emekçi anne babaları gibi kendileri de kamu arazisine tecavüz edemedikleri, kamu ihalesi alıp taşerona veremedikleri, teşvik ya da vergi indirimi alamadıkları için ev sahibi olamamış, hiçbir kalkınma planında, ilerleme raporunda, büyüme hedefinde, AB Kriterinde, stratejik ortaklık belgesinde, stand-by antlaşmasında kaderine hak, adalet ve özgürlük yazılmamış çocuklardır.
Emeğin karşılığının üretime katkısından başka koşullara bağlanması, insanı “yukezzibu bi’d-dîn/dini yalan sayanlar”(24) sınıfına sokmadan nasıl mümkün olur? Çünkü onlar; “yemne’ûne’l-mâ’ûn/küçük yardımları bile engellerler”(25) Yoksulların temel ihtiyaçlarını kendileri karşılamamışken, verenleri de engelleyenler dini yalan saymıştır. Bu tehdidin dışına çıkmak ancak, atıl serveti, faizsiz, kirasız ödünç vermek, reel asgari geçim seviyesinin üçte biri oranındaki asgari ücretten alınan vergiyi almayıp emekçiye verilmesini sağlamak, temel ihtiyaçları karşılayabilecek nisaba ulaşamayanların eksiklerini tamamlamak, her türlü alın terini eşitlik zemininde adaletle tartmak, ücretlerde adaleti kamu gücüyle önlememekle mümkün olabilir.
Yıllık çalışma süresi bakımından iş kolik olarak bilinen ülkelere açık fark atıyoruz, haklar ve ücretler konusunda ise o oranda geriyiz. Türkiye emekçileri, dünya emekçilerinden çok daha fazla çalışıp daha az ücret alıyorlar. “Hükümetler, 6-7 senede bir İMF’den borç alıp, sanayicileri doğrudan ya da dolaylı/teşviklerle kurtarıp, zararını millete ödetiyorlar.(26)
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Taner Yıldız, Tes-İş’in 9. Olağan Genel Kurulu’nda, “işçinin gerekirse 16-18 saat çalışması lazım” diyor. Salonda hiçbir tepki olmaması olağan bir Türk sendikacılığı klasiği olarak kayda geçiyor. Sayın Bakan’ın ifade ettiği çalışma saatleri “tarımda köle kullanıldığı dönem ABD’de günlük çalışma saatlerine denktir 11-18 saat.(27) Günlük 8 ve haftalık 60 saatin altında çalışmak, 20. yy öncesi Avrupa ve ABD’de uygulanmaya başlanmıştır. ABD-Pennsylvania’da 1848 yılında günlük çalışma süresi on saatle sırlandırılmış, 1890 yılında 100 bin işçi grev yapmış ve günlük çalışma süresi 8 saatle sınırlandırılmıştır.(28)
Fazla mesainin insan tabiatına aykırı olduğu, güçsüzlük ve dikkat kaybına yol açığı herkesin malumudur. Yakın geçmişte Tuzla tersanelerinde işçi ölümleri, kaçak işyerlerinde meydana gelen patlamalar, düşük ücret, sosyal güvence olmadan, iş emniyet tedbirleri alınmadan ve personel eğitimine gereken önem verilmeden yaşanan ölümlere ve sakatlanmalara kaza demek insafsızlıktır. “1946’dan bu yana “iş kazaları” sonucu ölen işçilerin sayısı tam 55 bin, sakat kalanların sayısı ise 145 bindir. Son 25 yılda iş kazası neticesi 30 bin işçi ölmüştür. Her yıl iş kazaları ve meslek hastalıklarına bağlı olarak 3280 işçi ölüyor, 2400 işçi sakat kalıyor. Türkiye’de “ölümle sonuçlanan iş kazası” oranları ‘100 binde 20.5’ iken bu oran Norveç, İsveç, İsviçre ve Danimarka gibi ülkelerde ‘100 binde 2’dir.”(29 ) Bunun fazla mesai ve düşük ücretle alakası yok denebilir mi? Hangi Türklerin dünyaya bedel olduğu sorusunu sormak hakkımız olsa gerek.
Sayın Bakan; “Genel müdür olduğum yıllarda… 8 saatlik çalışma süresinde ortalama 2 saat 35 dakika çalışıldığını gördüm. İlk 3 yıl içerisinde kendilerine 4 saatlik bir hedef tayin ettim. 4 saat çalışan işçi evine gidebilir dedim.” diyor. Kendisi 4 saat çalıştırabilmiş, şimdi 16-18 saat çalıştırmaktan söz ediyor ve “…bütün emeklerimizi beraber ortaya koyarak Türkiye’yi geliştireceğiz” diye ekliyor. Buna evet. Ancak hiç kimse fi sebil-i vatan direğin tepesinde 18 saat durulmasını isteyemez. Kaldı ki, bedava çalıştırmak angaryadır.(30) Angarya yüklemek anayasal bir suçtur. Siyasi irade kamu gücünü harekete geçirip, 8 saatin üstündeki tüm çalıştırmaların/fazla mesai ücretlerini hak sahiplerine teslim etmelidir. Bunu serbest piyasaya bırakmak insafla bağdaşmaz. Önce aynı ligde olduğumuz ülkeler gibi haklar tanınacak ve verilecek. Fazla mesaiye sağlığının el verdiği ölçüde kalıp kalmayacağına emekçiler kendileri karar verecek. Direğin tepesinde fazladan kalmanın ya da evine gitmenin erdemi de hazzı da onların olacak. İşveren bu onura, ancak çalışanların fazla mesailerini hakkıyla ödeyerek ve fedakârlığı ödüllendirerek ortak olabilir.
Emeklerimizi bir araya getirerek kimleri kalkındırdığımızı gördük ve görüyoruz. Türkiye’de TÜSİAD hariç hemen herkesin karşı olduğu “İMF başkanı Dominique Strauss-Kahn “Hükümete yardımları çalışana ver ve piyasayı öyle canlandır”(31) derken, hükümet, 2009’da “batıyoruz” diye bağıran TÜSİAD üyelerine ÖTV teşvikiyle yedi buçuk milyar lira aktardı. İMF başkanı Kahn’ın dediği gibi bunu çalışanlar üzerinden yapabilirdi. 2009 yılı sonunda KOÇ HOLDİNG 3,5 milyar lira kâr açıklarken, kredi kartı takibe düşenlerin sayısı 2,5 milyona yaklaştı.(32) Takibe düşen kredi kartlarının hesap ekstreleri üzerinde yapılacak basit bir araştırma, harcamaların temel ihtiyaçların karşılanamamasından kaynaklandığının görülmesine yetecektir. Avrupa’da lüks otomobil satışları durmuşken Türkiye’de üç aylık siparişler bitmiştir; buna karşın tek maaşlı kira ödeyen öğretmenler yoksulluk, daha aşağı gelir grupları, fakr içinde hayatta kalma mücadelesi veriyorlar. Türkiye de çalışanlar; beş yıl, on yıl, yirmi yıl sonra ekonomik ve sosyal koşullarımda şu kadar bir iyileşme olacak diye neden hesap yapamıyor? İnsanlar meşru yollardan gelişim ve refah hesabı neden yapamıyor? Bu vebal kimin boynunadır? Türkiye de yüksek duvarların arkasına inşa edilen villaların, siyah gözlüklerin arkasından sürülebilen Porsche Cayenne Jeep’lerin, çalışılarak alın teriyle alınmış olabilir mi? Cevap “evet” ise bunun yollarını biri anlatsın da herkes öğrensin. Aynı kabın içinde tavandan azalmaksızın tabanın sulanması mümkün değildir.
“Dikkat edin! Sakın bir kişi (dahi) Tanrı’nın lûtfundan yoksun kalmasın ve sakın acı bir kök filizlenerek size sıkıntı vermesin (yoksun insanlar gam yutmasınlar). Çünkü birçokları onun sebebiyle düştüler/helak oldular.”(33)
————————————
1. İncil / Pavlus / 12/13-15
2. “Hans-Joachim Voth, (2000) İngiltere Çalışma Süreleri (1750-1830), Bölüm 5, Karşılaştırmalar ve sonuçlar pp.242-5
3. “Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” Kur’an-ı Kerim, El Bakara 30, Diyanet Vakfı Meali
4. Semud milletine kardeşleri Salih’i gönderdik. “Ey milletim! Allah’a kulluk edin; O’ndan başka tanrınız yoktur; sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar etmenizi dileyen O’dur. Öyleyse O’ndan mağfiret dileyin, sonra da O’na tevbe edin. Doğrusu Rabbim size yakın ve duaları kabul edendir” dedi.” Kur’an-ı Kerim, El Hûd 61, Diyanet Eski Meali
5. “(Şuayb Dedi ki)… Fakat başarmam ancak Allah’ın yardımı iledir. Yalnız O’na dayandım ve yalnız O’na döneceğim. Kuran-ı Kerim, El Hûd 88, “Musa, kardeşi Harun’a dedi ki: Kavmimin içinde benim yerime geç, onları ıslah et, bozguncuların yoluna uyma. A’raf 142”
6. “…“Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde, “Biz ancak ıslah edicileriz!” derler.” Kur’an-ı Kerim, El Bakara 11
7. “Farb, Peter (1968). Man’s Rise to Civilization As Shown by the Indians of North America from Primeval Times to the Coming of the Industrial State. New York City: E. P. Dutton. pp. 28
8. Business: On the Way to a Four-Day Week. Time. 1971-03-01
9. “Allah kiminize kiminizden daha bol rızık verdi. Bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere verip de bu hususta kendilerini onlara eşit kılmazlar. Durum böyle iken Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?” Kuran-ı Kerim, Nahl 7, Diyanet Vakfı Meali
10. http://en.wikipedia.org/wiki/Working_time#History
11. http://www.oecd.org/dataoecd/8.5.34846847.pdf, 2004 OECD Paris, Ülkelerin İşçi Çalıştırma Süreleri Raporu”
12. http://www.jstor.org/pss/1012009, By Matthew B. Hammond, Prf. Dr. The Minimum Wage İn Great And Australia
13. İngilizce, Living: ad olarak; yaşam, oturma, yaşama, hayat, geçim, papazlık makamı, sıfat olarak; yaşayan, canlı, sağ, güncel anlamlarında kullanılmaktadır.
14. İngilizce, Wage: ad olarak; ücret, maaş, yevmiye, haftalık, fiil olarak; yürütmek, sürdürmek,devam ettirmek anlamlarında kullanılmaktadır.
15. Benjamin K. Hunnicutt, “Monsignor John A. Ryan and the Shorter Hours of Labor: A Forgotten Vision of “Genuine” Progress,” The Catholic Historical Review 69.3 (1983): 384.
16. Saint Thomas Aquinas(1225 – 1274), Antonio Rosmini-Serbati (1797 – 1855), Luigi Taparelli D’Azeglio, S.J. (1793-1862), John Augustine Ryan (1865–1945)
17. “In 1907, the Harvester decision was handed down in Australia. It established a ‘living wage’ for a man, his wife and two children to “live in frugal comfort”/ 1907 yılında Avustralya da Harvester kararı” Karısı ve iki çocuğuyla yaşamlarını sürdürecekleri bir konfor sağlayacak bir üret’ olarak tanımlanmıştır./
18. In 1912, the state of Massachusetts , United States, set minimum wages for women an ABD d children.
19. Eliaçık R. İhsan, Mülk Yazıları II, sh.41
20. TC Anayasası 1982, MADDE 55.–…Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır.
Asgarî ücretin tespitinde çalışanların geçim şartları ile ülkenin ekonomik durumu da göz önünde bulundurulur.
21. Yılmaz Dağdeviren, http://www.istanbulburda.com/Ulkelere-gore-Milletvekili-maasi-23734
22. Yılmaz Dağdeviren, http://www.istanbulburda.com/Ulkelere-gore-Milletvekili-maasi-23734
23. “Musa’nın arkasından kavmi, tutmuş süs takılarından (ekonomik kıymeti de olan) böğüren bir buzağı heykeli edinmişlerdi. O buzağının kendilerine bir söz söylemediğini ve bir yol gösteremediğini görmemişler miydi? Fakat yine de onu tanrı edindiler ve zalimlerden oldular.” Kuran-ı Kerim, A’raf 148
24. El Maun Suresi 1. Ayet, Kur’an-ı Kerim
25. Tefhimü-l Kur’an, Mâ’ûn Suresi 7. Ayet
26. Süleyman Yaşar, Derin Ekonomi, Eylül 2010
27. Fogel ve Engerman 1977
28. Grob, Gerald. İşçiler ve Ütopya: 1865-1900 Hareketi Amerikan Emek Bir Çalışma İdeolojik Çatışma . Evanston: Northwestern University Press, 1961
29. Aziz Çelik, 55 bin ölü 145 bin sakat yetmez mi? Kristal-İş Sendikası Araştırması, 2008
30. “Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır. Şekil ve şartları kanunla düzenlenmek üzere hükümlülük veya tutukluluk süreleri içindeki çalıştırmalar; olağanüstü hallerde vatandaşlardan istenecek hizmetler; ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları, zorla çalıştırma sayılmaz. TC. Anayasa 1982, Madde 18” Angarya; Türkçeye Rumcadan geçmiştir. 1. Bir kimseye veya bir topluluğa zorla, ücret vermeden yaptırılan iş, yüklenti. 2. Bir kişiye görevi dışında yaptırılan iş. 3. Kölelik düzeninde köylünün derebeyine yaptığı zorunlu ücretsiz hizmet. 4. Savaş durumundaki bir devletin, kendi sularındaki yabancı bir devletin ticaret gemilerine el koyarak bunlardan yararlanması. 5. Olağanüstü durumlarda veya sıkıyönetimde devletin vatandaşlara ait taşıtlara el koyması. 6. Usandırıcı, bıktırıcı, zorla yapılan iş TDK. Güncel Türkçe Sözlük İngilizce: Forced labour, corvee, corvee labor 1. Tarihsel kökeni feodal sisteme dayanan ve köylülerin belli bir süre zorla ve karşılığı ödenmeden çalıştırılması suretiyle alınan bir tür aynî vergi. 2. Zorla ve karşılığı ödenmeden gördürülen iş. TDK. BSTS / İktisat Terimleri Sözlüğü 2004
31. Süleyman Yaşar, Derin Ekonomi, Eylül 2010
32. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK)
33. İncil / Pavlus / 12/13-15