Eğitimciler Birliği Sendikasının 5 Mart 2005 Cumartesi günü bir olağan kongresi var. Yine sendikacılık asgarilerinin konuşulmadığı, gündemlerin
genel gündemlerden ziyade il ve ilçelerin yerel sorunları ve çözüm
teknikleriyle tüketildiği bir olağan kongreye daha tahammülü olmayan şube başkanları, delegeler ve üyelerimiz neyi yaşıyorlar? Ne istiyorlar ne veya kim değişirse ne, ne kadar değişecek diye düşünüyorlar? Bilemem. Ancak, üstünde tefekkür etmek, kongre öncesinde tartışmak ve kongrenin gündem kalitesini yükseltmek amacına matuf yazdığım standartları eminim ki delege ve başkanlarımız çok daha üst noktalara taşıyacaktırlar diye ümit ediyorum. Bunları yazmayı bir sade üye, eski bir il başkanı başkanı, iyi vatandaş olmaya çalışan bir insan olarak yazdım.
Sendikalar; her türlü hak ve menfaatlerini yasallık şartına bakmaksızın
ahlaki meşruiyet ve uluslararası hukuk çerçevesindeki araç ve yöntemlerle aramalıdır. Üyelerinin menfaatleriyle çelişen yasaları, kurumları ve yöneticileri değiştirmek için mücadele etmeli, üyelerinin genel
çıkarlarını, üyelerinden bazılarının özel çıkarlarına asla feda etmezken
haksızlığa uğramış bir üyesi için bile tüm kaynaklarını harcamaktan ve her
türlü risk almaktan kaçınıp korkaklığını maslahat maskesiyle örtmeye
kalkmaz. Öncelikleri her zaman üyelerinin hak ve menfaatleri olmalıdır.
Üyelerinin hak ve menfaatlerini korumak için her türlü siyasi parti ve
sosyal grupla tam bir şeffaflık içinde görüşmeli, ortak eylem ve çalışma
yürütebilmeli,dolaylı- dolaysız desteğini vermeli, ya da muhalefetini
yapmalıdır.
Eylem ve etkinliklerinde yalnızca üyelerinin öz gücüne, haklılığına ve
kamuoyu vicdanındaki kaynamaya dayanmalıdır. Kendini hiçbir siyasi parti ya da programın parçası olarak görmemeli, ait olduğu sosyal tabana mensup siyasi partilere dahi, diğerlerinden daha yakın durmamalıdır. Siyasi
partilerin iktidara geldiklerinde temiz kalamadıklarını önceliklerinin
değişebildiğini bilmeli, seçim öncesi program ve beklentileri iktidarda iken
takip eden muhalefet eksikliğinden dolayı değişkenlikler arz edebildiğini
görmelidir. İktidardaki siyasi partiye içinden çıktığı halkın ihtiyaçlarının
ürettiği sosyal talepler doğrultusunda muhalefet etmek yerine, Meclis-i Ayan gibi davranarak, (statüko lehine) halkın taleplerine karşı muhalefet üreten, muhalefet partilerinden doğan boşluğu üyelerinin ve sosyal tabanının lehine doldurmak için, söylem ve eylem üretmelidir.
Emeğin korunmasını, birey özgürlüklerini korumanın, ülke kalkınmasını ve
bağımsızlığını da sağlamanın tek ve en onurlu yolu olduğuna inanmalı, emeğin sorunlarına, ahlakilik, eşitlik, adalet, özgürlük ve evrensel hukuk
çerçevesinden bakmalıdır. Bu değerleri herkes için eşit savunmalı bu konuda, aksi yönde hiçbir sınırlamaya tolerans göstermemelidir.
Laik demokrasi için değil, demokratik laiklik için mücadele etmelidir. Her
hangi bir normu, sırf bir dinin emri yada yasağı olmasından dolayı toplumun tümünü ya da bir bölümünü bağlayıcı bir yasal düzenleme veya idari uygulama dışında hiçbir söz, eylem veya sembolü laikliğe aykırı
görmemelidir. Devletin vatandaşlarının dini ve moral ihtiyaçlarını
karşılaması için düzenlemeler yapmamasını, ifade, inanç ve ibadet
özgürlüğünün ihlali olarak görmelidir.
Hiçbir dini inanç, ibadet ya da sembolün, üçüncü şahıslara yönelik
doğrudan, gerçek, yakın, somut tehdit ya da saldırı içermemesi şartıyla,
kamu çıkarlarına aykırılık içerebileceğini kabule şayan görmemelidir.
Sivil itaatsizliğin, demokratik kanalların tıkandığı noktalarda çözüm için
en etkin yol olduğunu görmeli; baskı, şiddet ve haksızlığın egemen olduğu
yerlerde onurlu kalmanın tek yolu olarak kabul etmelidir. Özgürlüklerin
kısıtlandığı yerlerde sokaklarda mahkum dolaşmayı, hapishanelerde özgür
yaşamaya tercih edebilmelidir.
Siyasetçilerce sahiplenilmeyen konuların; mektup, faks, imza kampanyaları, telefon, mesaj, yürüyüş ve kuşatma tehdidi içermeyen mitinglerle yasal veya kurumsal değişimlerin olamayacağını bilmeli; etkin, ciddi, sarsıcı, yerinde, zamanında, ölçülü, şiddetten uzak, üçüncü şahıslara zarar vermeyen, kamu vicdanını harekete geçirecek, siyasi karar mekanizmalarını zora sokacak eylemlerin ancak siyasileri iş yapmaya mecbur edeceğini bilmeli, gösteri değil eylem üretmeyi hedef almalıdır.
Siyasiler; aidiyet duygularına göre, çıkar dengelerine göre ve bir kesimin
tehdidinden emin olmak için iş yaparlar. Aidiyetleri için iş yapacak
siyasileri karşı aidiyetlerin tehdidi ile kendi aidiyeti arasında tercih
yapmaya zorlayacak, çıkar dengesi, oy potansiyelini kaybettirmek için ve
kamuoyu gücünü kullanarak, siyasi varlığını yönetebilirliğini ortadan
kaldırmak veya azaltmak için eylemler üretilmezse mektup, faks, imza
kampanyalarının vb. faaliyetlerin bir yatıra çaput bağlamaktan farkı
kalmayacaktır.
Basın açıklamalarında gerçek ve somut tespitlere, yasal bağlayıcılıkları
olan önerilere ya da asgari olarak siyasi iradeye kamuoyu baskısını
sağlamayı hedef alan bir dil kullanmalıdır. Katılımcı demokrasi
için,sendikaların ilgili her türlü yasal düzenlemelerde ve uygulamalarda
doğrudan görev ve katılım talep etmesi gerekir.
Yönetim değişimlerinde kişi ve yönetici değil program ve vasıf ve
özellikle lider seçmelidir. Eleştirel akıldan, dinamik özeleştiriden,
program ve projelerin örgüt içinde yapılanarak savunulmasından ve
geliştirilmesinden yana olmalıdır.
Sendika yöneticileri herkesten ve her şeyden önce üyelere karşı sorumlu
olduklarını bilmelidirler. Bu sorumluluğun gereği olarak tüm gelir ve
harcamaların Şube Başkanlarının görebileceği bir elektronik ortam
sağlanmalıdır. Siyasilerin yazılı veya açık taahhütleri dışında hiçbir
anlaşmayı kabul etmemeli, bilakis gayri meşru olana bir yol olduğunu
düşünmeli ve böyle bir anlaşmaya uymayı kendisi için büyük bir kusur
saymalıdır.
Adalet, eşitlik, özgürlük ve emeğe saygının, yalnız üyeleri ve ülke
insanlarının değil tüm insanlığın hakkı olduğuna inanmalıdır.
Sermayenin sermayedara ait olduğunu kabul ederken, emeğin üretilen değer üzerinde, (ahlak, eşitlik ve adalet açısından), sermayeyle eşit hakka sahip olduğuna inanmalı, bu eşitliğin yeryüzüne egemen olabilmesi için her türlü çabayı göstermelidir.
Devletin; kamu çalışanına verdiği en düşük ücretin, piyasa ortalamasının
altına düşmesini, mali gelir kaynaklarına egemen olamamasıyla açıklar. Mali gelir kaynaklarına kim egemense, o ülkede “gerçek devletin” o olduğunu bilmelidir. Hükümetlerin ülke kalkınmasının bütün yükünü, dar gelirli ve emeğinden başka geçim kaynağı olmayanlara yüklemesini, ekonomik zorunluluklardan değil, siyasi partilerin var olmasında ve hükümetlerin ortaya çıkmasında aktör, ülke sermayesine egemen iradenin elindeki gücün korunmasıyla açıklanabileceğini görmelidir.
Yatırım olmadan istihdam ve üretim olamayacağının farkında olmalı ancak,
ülkemizi yönetenlere ve işverenlere adalet duygusu zedelenmiş insanların
çalışmasına rağmen ihtiyaçlarını karşılayamayan insanların toplumsal
sinerjilerini kaybettiklerini, pasif grevi seçtiklerini, sokaktaki
işsizlerle tehdit etmekle; iş veriminin artırılamayacağını, sokaktaki işsiz
vatandaşı işe aldıklarında da ilk birkaç aydan sonra aynı duyguların onları
da sardığını anlatmalıdırlar. Daha çok çalışsalar da durumlarında ve
ücretlerinde bir değişiklik olmayan insanların, daha çok ve verimli çalışmak
için bir nedenleri olmadığını söylemelidirler. Daha çok çalışmak için en
ikna edici nedenin eşitlik zemininde adil bir ücret, hak edilen statünün
verilmesi olduğunu anlatmalıdırlar.
Kamu çalışanları arasında dahi ücret adaletini sağlayamayan hükümetlerin, halkın işlerinde adaleti esas alabileceğine ihtimal dahi vermemelidirler. Külfetlerin de nimetlerin de bölüşümünde adaletin değil gücün esas alındığını bilmelidir. Üyelerinin nimet dilimini artırmaya çalışırken, külfet dilimini azaltmaya gayret göstermelidir. Aksine bir tutum izleyen kimseleri deşifre etmeyi ve bunlara bedelini ödetmeyi mücadele ekseni saymalıdır.
İnsan hakları ihlalleri, açlık, yoksulluk, sağlık ve eğitim problemlerine
karşı mücadelede her türlü, yerel, ulusal veya küresel girişimi desteklemeli
ve birlikte hareket etmeyi de varlık sebeplerinden saymalıdır.
Varlık sebebi olan konularda geri adım atmaktansa yasal takibatı,
kapatılmayı, ceza almayı tercih edebilmeli; verdiği kararları sürekli gözden
geçirme yanlısı olmakla beraber, kararlardan ve eylemlerden doğan her türlü takibat ve yargılanma durumundan da gocunmamalı, bilerek ve isteyerek bir amaca matuf olarak yasal sınırları aşması durumunda, doğacak hukuki sonuçları üst hukuki yolları mahfuz olmak şartıyla kabullenmelidir.