“İyilik ve fenalıktan sakınmak hususunda yardımlaşın; günah işlemek ve düşmanlık hususunda yardımlaşmayın.” (Maide Sûresi, 2)
Siyaset; yalan-dolan, hile, adam kayırma, yandaş kollama, başkasına iftira, insanları ötekileştirmek, karalama, dedikodu, özel çıkar sağlama fırsatı elde etmek midir? Nedir siyaset?
Siyaset, Arapça kökenli bir kelime olup at eğitimi, seyislik, at talimi anlamına gelmektedir. Osmanlı devlet geleneği içinde siyaset sözcüğünün, “ceza” ve özellikle “ölüm cezası” anlamında kullanıldığı görülmüştür.
Bugün bizi bağlayan anlamıyla siyaset, “Memleket idare etme sanatı. Devlet idare tarzı. Dünya ve ahirette necatlarına sebep olacak bir yola insanları irşad ile beşeriyetin salahına çalışmak.” demektir. (bkz.:Yeni Lugat)
Biraz daha geniş açılımıyla siyaset; “Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış. / Devletin etkinliklerini amaç, yöntem ve içerik olarak düzenleme ve gerçekleştirme esaslarının bütünü. / Davranış biçimi, düşünce yapısı. Mecaz: Bir hedefe varmak için karşısındakilerin duygularını okşama, zayıf noktalarından veya aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanma vb. yollarla işini yürütme.” anlamındadır.(bkz.:Büyük Türkçe Sözlük, TDK)
Çoğu zaman siyaset kavramıyla aynı anlamda kullanılan politika ise; “İşini, karşısındakine olduğundan farklı davranarak yürütmek.” demektir.(bkz.:Büyük Türkçe Sözlük, D.Mehmet Doğan)
Kimilerine göre, ‘siyaset’ ile ‘politika’yı birbirine karıştırmamak gerekir. Çünkü politika, Yunanca bir kelimedir ve “çok yüzlü” anlamına gelmektedir. Siyaset ise, bir işi en güzel şekilde usulüne uygun olarak yapma sanatıdır.
Mısır’lı bir tüccar diyor ki: “Ben, siyaseti bir hammalbaşıdan öğrendim. İskenderiye limanında bir tekneden, sırtlarına vurdukları un çuvallarını taşıyan hammalları seyrediyordum. Hammalbaşı, iskelenin başında dikilmiş gür bir sesle onları uyarıyordu : ‘Dikkat edin ha!..Çuvalları patlatmayın; siyasetle indirin!’ İşte ben ‘siyaset’in, ‘çuvalları patlatmama sanatı’ olduğunu bir hammalbaşıdan böyle öğrendim.”
Siyaset Bilimi kaynaklarına göre; “Siyaset, belli bir toplumda çatışma halinde olan çıkarların uzlaştırılması faaliyetidir. Siyaset, her şeyden önce bir yönetme sanatı veya bilimidir. Hükümet/devlet icraatlarını etkileme, değiştirme veya yönlendirmek işidir. Devlet yönetimini veya kontrolü ele geçirme ve elde tutma bilgisi veya sanatıdır. Bireyler ve gruplar arasında güç ve liderlikle ilgili olan rekabettir. Bir takım maharet ve hünerlerle, çoğu kez dürüst veya ahlaki olmayan şekilde uygulamalarla karakterize edilen etkinliklerdir. Bir toplumda yaşayan insanlar arasındaki ilişkiler karmaşasının bir toplamıdır. Yaşanılan zaman veya gelecek için kararlar almak ve uygulamak için koşullar ve verilerin ışığında alternatifler arasından seçilen eylem veya eylemleri ortaya koymak, belirlenen yöntem veya biçimlerde uygulamaktır. Özellikle bir devlet organının uygulanabilir icraat ve genel amaçlarını ana hatlarıyla açıklayan yüksek düzeyli planlardır.
Siyasetin en gelişmiş aracı olan partiler, en genel anlamıyla Fransız İhtilali’nde ortaya çıkmıştır. İktidara gelen yeni sınıf kendi ideolojisini üretecek, meşrulaştıracak ve bunu toplumsallaştıracak araçlardan biri olarak siyasi temsili ve partileri hayata geçirmiştir.”
Bütün bu literal/ansiklopedik bilgilerden sonra gelelim asıl meselemize…İçinde yaşadığımız ve yönetmek istediğimiz toplum için siyaset ne anlam ifade etmelidir ve seçim ölçütlerimiz neler olmalıdır?
Siyaset yapanlarımız/yapmak isteyenlerimiz, halka hizmeti Hakk’a hizmet telakki edecek bir siyaset anlayışına sahip olmalıdırlar.
Ahlak ve erdemiyle, bilgi ve düşünceleriyle, tutarlı davranışlarıyla, halkın dertleriyle hemdert olmasıyla örnek bir kişiliğe sahip olmalıdır. Halka tepeden bakan ve fildişi kulelerinden halkı yönetmeye talip olanlar, tercih edilen siyasetçiler olamazlar. “Halk içinde bulunup onların dertleriyle ilgilenen kişi, halktan uzak durup onların dertleriyle ilgilenmeyenden daha hayırlıdır.”(Hadis)
Politik tutarsızlıklardan medet ummamalı. “Göründüğü gibi olmalı; olduğu gibi görünmeli.”(Mevlânâ) Söylediklerini yapmalı; yaptıklarını söylemeli. “Niçin yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemek, Allah yanında en sevilmeyen bir şeydir.”(Saff Sûresi, 2, 3)
Dedikodu, gıybet, iftira, kibir ve aşağılama, kendini olduğundan üstün görme/gösterme gayretleri, güzellikler yerine daima çirkinlikleri görme ve gündem etme, hüsnü zan yerine sui zanda bulunma, kesin kanıtlar olmadan muhalifleri hakkında konuşmaktan zevk alma, çeşitli hile ve ayak oyunlarıyla -hak etmediği halde- bir yerlere gelmeye çalışma -alışılmış politikanın doğasından sayılsa da- bizim için asla etik/ahlakî değildir. Gayri ahlakî zeminde yapılan siyasetin, halka huzur ve mutluluk yerine bunalım, kin, nefret, husumet ve nihayet toplumsal felaket getireceği aşikardır. Bizim siyasetçimiz, “gıybeti, ölü kardeşinin etini yemek kadar iğrenç”; nemmamlığı/dedikoduyu, “cennetten mahrum kılan çirkin bir davranış”olarak görmeli/kaçınmalı. “Ey mü’minler! Zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannın bazısı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.”(Hucûrât Sûresi,12)
Bizim siyasetçimiz, hiçbir fâsığın getirdiği habere araştırmadan/belgelemeden inanmamalı. “Ey mü’minler! Size fâsık biri bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa karşı kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”(Hucûrât Sûresi, 6) / “Kişiye, her duyduğu şeyi (aslını araştırmadan) konuşması / başkalarına anlatması günah olarak yeter.”(Hadis)
Siyasetçiler, halkın inançlarına, mukaddesâtına, geleneklerine -kendisi dindar olmasa da- saygıda samimi olmalı. Hatta dindar olmayanlara dahi saygılı olmalı. Halkın inanç ve manevi duygularını istismar ederek siyaset yapmaya çalışmak, iktidarı ele geçirince de halkın inançlarını aşağılayıcı icraatlara girişmek, en çirkin/en seviyesiz siyaset biçimidir. “Bu dünya hayatı sizi asla ayartmasın. Dahası, aldatıcının hiçbir türü sizi Allah ile aldatmasın.”(Lokman Sûresi, 33; Fâtır S.,5)
Siyasetçinin dindar olması, tercih edilen bir husus olabilir. Ancak her zaman ferdî dindarlıkla yönetim becerisi bir arada olmayabilir. İyi insan olmak, her zaman iyi yönetici olmak anlamına gelmez. Bu durumda halkın dürüst ve iş bilen/tecrubeli yöneticileri seçmesi maslahata daha uygun olandır.
Siyasetçi hizmette yarışmayı, hayırda/iyilikte yardımlaşmayı esas almalı. Yapılan hizmetleri -muhalifi de olsa- takdir etmeyi kendine şiar edinmeli. Rakiplerini karalayarak, yapılan güzel işleri yok sayarak bir makama gelmeye çalışmak, erdemli bir siyasetçinin vasfı değildir. “İyilik ve fenalıktan sakınmak hususunda yardımlaşın; günah işlemek ve düşmanlık hususunda yardımlaşmayın.”(Maide Sûresi, 2)
Siyaset, felaket tellallığı yapmak değil, problemlere gerçekçi çözümler üretme sanatıdır. Yönetime talip olanların, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel problemlere karşı; yönetimine talip olduğu ülkenin/kentin/ilçenin/beldenin her yönüyle kalkınmasına yönelik ciddi ve tutarlı projeleri olmalı. Bu projeleri kısa ya da uzun vadede nasıl realize edeceklerine halkı inandırmalılar.
Yönetimde iken seçimi kaybedenler, halkı niçin memnun edemediklerinin ciddi bir muhasebesini yapmalıdır. Kaybettikleri halde yeniden yönetime talip olanlar, rövanş ve intikam alma hırsını bir yana bırakarak, kendilerini yenilemiş ve daha donanımlı bir şekilde hizmete hazır olduklarını ihsas etmelidirler.
Yerel seçimler, yerel yöneticileri belirler. Genel seçimler gibi ideoloji bağlamında değerlendirmelerle tercih yapmak -çoğu zaman tercih sebebi sayılsa da- isabetli değildir. Hangi partiye, ideolojiye sahip olursa olsun, dürüstlüğüne ve becerisine güvenilen adayları seçmek yerel halkın menfaatleriyle daha çok örtüşecektir. Bazen bir adayın kazanması -iktidar partisinden de olsa- onu seçen halkın/yörenin kaybetmesi talihsizliğini doğurabilir. Halkın hayrına olmayabilir. Onun için hesabı iyi yapmak lazımdır. Çünkü siyaset, firaset işidir.
Seçim yarışında kaybedenlerin, -hiçbir suçlamaya tevessül etmeden, hatta kırgınlık bile hissetmeden- kazananları tebrik etmesi ve başarılı olması için yardımcı olması ne güzel bir siyasi erdemdir! Bugün nadirattan olan bu tür davranışların çoğalması, milletimizin birlik-beraberliği ve ülkemizin hızla kalkınması için elzemdir.
Seçilen siyasetçi, inançlı-inançsız, kendine oy veren-vermeyen, yakını-uzağı, zengin-fakir, Alevi-Sünni, Türk-Kürt vb. hiçbir ayrım yapmadan yönetiminden sorumlu olduğu herkese adilane hizmette bulunmalıdır.“Kenar-ı Dicle’de bir kurt, aşırsa bir koyunu; / Gelir de adl-i ilahi, Ömer’den sorar onu.” anlayışı, hizmet ve sorumluluk prensibi olmalıdır.
Siyasetçi/yönetici öfkeden, gücenmekten, dargınlıktan, üşengeçlikten, ayrılıkçılıktan uzak durmalı; sabırlı,bağışlayıcı, bütünleştirici olarak halka kendini sevdirmelidir. Hedefi, insanı ve insanlığı yaşatmak olmalıdır. Osmanlı’yı altı asır cihan hakimi olarak yaşatan şu sır dolu nasihati, Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e nasihatini daima kulağına küpe etmelidir:
“Ey oğul! Beysin; bundan sonra öfke bize, uysallık sana; güceniklik bize gönül almak sana; suçlamak bize, katlanmak sana; acizlik bize, yanılgı bize, hoş görmek sana; geçimsizlik, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana; kötü söz şom ağız haksız yorum bize, bağışlamak sana. Ey oğul! Bölmek bize, bütünlemek sana; üşengeçlik bize, uyarmak, gayretlendirmek sana, şekillendirmek sana. Ey oğul! Sabretmesini bil; vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma: İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.”
Ve siyasetçi/yönetici Hz.Ali’nin(k.v.) devlet adamlarına şu altın öğütlerini, bir gerdanlık gibi daima boynunda taşımalıdır:
“Hiddetine, gazabına(öfkene), eline ve diline hakim ol. Sakın halkından uzun müddet uzak veya saklı durma. Halka sevgi ve merhamet besle. Alçak gönüllü ve ölçülü ol. Denetime önem ver. Hiçbir işi ihmal etme. Sana helal olmayan şeylerde nefsine karşı sıkı dur. Hiçbir cezalandırman için katiyen sevinme. İnsanlar hakkındaki bütün kin düğümlerini çöz. Seni intikama doğru sürükleyecek iplerin hepsini kes. Sence açıklık kazanmayan şeylerin tümü hakkında anlamamış görün. Şunu bunu gammazlayanların sözüne sakın çarçabuk inanma. Alkışa ve yersiz övgüye müsamaha etmek, insanı büyüklenmeye sevk eder ve kibire yaklaştırır…Sakın şahsi yakınlık veya tesir altında kalarak hiçbir kimseye vazife tevdi etme. Memleketin imarına sarf edeceğin emek, vergi toplamaya harcayacağın himmet ve gayretten fazla olmalı. İhtiyaç sahipleri için sırf kendileriyle meşgul olacağın zaman ve mekan ayır. Düşmanla aranızda bir sözleşme akdettiysen, yahut ona karşı bir taahhüdün varsa yapılan sözleşmeye riayette bulun, ahdini yerine getir. Verdiğin sözü muhafaza için icap ederse hayatını bile feda et.”
Biliyorum, bu seçimlerde de, ortaya koyduğumuz ölçütlerde yöneticiler bulmakta/seçmekte zorlanacaksınız. Siz yine de bu kriterlerden en çoğuna sahip adaylardan yana tercihinizi kullanırsanız, vebal üzerinizden -inşallah- kalkmış olur. Yerel seçimlerde, kendi içinizden çıkan adayları tanımakta -inanıyorum ki- fazla zorluk çekmeyeceksiniz. Siz yine de selim aklınızı ve firasetinizi kullanarak güzelin güzelini/en güzelini tercih edin.“Onlar ki, sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini doğru yola erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.”(Zümer Suresi, 18)
Bütün bunları serdederken toplum olarak “hakikat aynası” önünde durup “Bizler nasıl yöneticilere layıkız?” diye de bir özeleştiri yapmamız gerekir. Çünkü “Nasılsanız/neye layıksanız öyle idare olunursunuz.”(Hadis) Yine bilelim ki; “Hiç kuşkusuz bir toplumun bireyleri, kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah da o toplumun gidişatını değiştirmez.”(Ra’d Sûresi, 11)