İslam ülkelerinde şiddet bir türlü durmuyor. Bu çatışmaları Türkiye dışında pek durdurmak isteyen de yok gibi görünüyor. Hatta ateşi söndürmek için gelen Batılı ülkelerin ellerinde kor alevli çıra, arkasında da bir sürü oyun ve tezgâh olduğunu görüyoruz. Bölgede alışılan ve gittikçe normal olarak görülmeye başlanan bir durum var. Her gün yüzlerce insanın öldürülüyor olması, artık sıradanlaşmaya başlanmıştır. Bu, kabul edilemez ve sürdürülemez bir durumdur.
Bu iç savaşların elbette dış destekçileri ve teşvikçileri vardır. Ancak asıl sorun, bu ülkelerin kendi insanları arasındaki bölünmüşlüklerinden ve parçalı duruşlarından kaynaklanıyor. Öyle anlaşılıyor ki bu ayırımcı ve kışkırtıcı yapının temelinde birçok başka neden olsa da asıl ve en bölücü etkenin farklı din algısı ve mezhep ayrımcılığı olduğunu biliyoruz.
Durum böyle olunca herkes “cihat” ettiğini söylüyor ve karşısındakilere “Allahuekber” diyerek saldırıyor. Ortaya çıkan gayri insanî ve ahlakî görüntüler mide bulandırıyor. Bu durum üzerinden yapılan yayın ve karalama kampanyaları ile Müslümanlar ve İslamiyet aşağılanıyor; kötü ve kara gösteriliyor.
Bir din düşünün Rabbi tek Allah, kitabı hiç bozulmamış, tek ve eşsiz Kur’an, peygamberi tek ve en son olduğu için çok iyi bilinebilen Hz. Muhammet… Yani bütün kutsal değerler tek. Öyle ise Müslümanların da bir bütün olmaları gerekmez mi?
Bütün Müslümanlar aynı Allah’ın aynı kitabını ilk emir doğrultusunda “OKU!”salardı, sonra “DOĞRU ANLA” salardı, sonra ayetleri tek tek “TASTİK EDİP İMAN EDEREK“ mü’min olsalardı ve sonra da kabul ettiği bu emirleri “YERİNE GETİRSELERDİ” hiç böyle bir bölünmüşlük ve çatışma sebebi olmaz; yabancı çıkar güçlerine de fırsat verilmezdi.
Farklı frekanslardan yayın yapan değişik kanalları izleyen insanlar aynı şeyi düşünemezler; birliktelik sağlayamazlar; bir konuda ittifak edemezler. Çünkü bu farklı kaynaklar, değişik dinî gruplar ayrı ayrı bilgiler üzerinden müslümanları ayrıştırmaktadır. Bu karmaşık, bölünmüş ve bozuk yapı, güçlü devletlerin hem organize ettiği hem de zamanı gelince birbiri aleyhine kışkırtarak kullandığı bir silahtır. Bu silah, içten yıkma silahıdır. Çağımızın savaş taktiği bu istikamette kendini göstermektedir.
Ben müslümanım diyen herkesin Allah’ın kitabı Kur’anı doğru anlayarak okuması, sonra tastik etmesi sonra da kabul ettiklerini yerine getirmesi, yani islamiyeti tek kaynaktan öğrenmesi; uygulamasını da Resul’ün sünnetini örnek alarak yerine getirmesi gerekmektedir. Yani AKLIN rehberliğinde, FITRATIN denetiminde, VAHYİN uygulamasını yerine getirmelidir.
Hurafeleri, masalları, efsaneleri, gereksiz bidatları dinden sıyırıp atmak; en önemlisi de geleneksel din anlayışını bütün incelikleriyle Kur’an ve Sünnet ölçülerine vurmak; yani “Dini Allah’a halis kılmak” bir başka deyişle, ” İndirilmiş din” ile “uydurulmuş dini” birbirinden ayırmak gerekir.
Aksi halde Kur’an’ı dirilerden uzaklaştırıp ölülerin mezarlık ve taziye kitabı haline dönüştürmüş; dirileri de kendi aralarındaki nifakları ile baş başa bırakmış oluruz. Oysa Kur’an sadece ölülerin taziye kitabı değil, dirilerin hayat nizamı kitabıdır.